Dinlemek, okumak, yazmak değil kastım; bakmak, hissetmek, kavramak, yorumlamak, dokunmak… Yerlere ve göklere şiir gibi bakmaktan, eşyayla irtibatımızı bir şair hassasiyetiyle kurmaktan, olayları şiirin saf ve billur penceresinden seyretmekten bahsediyorum. Hem şiir dediğimiz, belki de sadece şairlerin yazdığı değildir. Kar bir şiirdir belki de göklerce yazılan. Tuna şiirdir Türk’e bir nehirden çok. Toprak ilk ve son mısraıdır hayat dediğiniz şeyin. Bir bebeğin kendisi ve baktığı hiçmişçesine varlığı seyreden gözleri de şiire dâhildir belki. Bir ârifin hikmetli susuşu da ancak ehlince okunası şiirdir dilsiz dudaksız. Kışın ayazında kendisi avcumuzda soğurken içimizi ısıtan çay; masanın diğer ucunda oturan güzelin çay tutmayan eliyle dokunuşu masa üstünde tedirgin, ürkek ve ne yapacağını bilemeyen öbür elimize. İçten bir tebessüm şiirdir belki mahzun simalara teselli olabildiği kadar ve gece şiirden bir örtüdür dervişlerin seher vakti üstüne çektiği.
Bize biraz şiir lazım.
Müslümanın yaratılmış her şey ile irtibatının nasıl olması gerektiğini tarif için şiirden daha güzel bir kelime bulamıyorum. Çünkü kuş kalbi gibi ürkek bir kalp ancak şiirle bulur bulacaksa ifadesini. İncitmeyecek ve incinmeyecek olgunluğa erebilen bir gönül şiir değilse nedir ve nedir şiir bu zarafeti tasvire yetmiyorsa takati? İnsanın insanla bile anlaşamadığı çağda eşyaya bir şair kalbinden bakmak, hadisatı şiirin gözleriyle yorumlamak bir hayaldir belki, belki de siz haklısınızdır ama lütfen kabul edin siz de; hayalin en şiir hali, şiirin en gerçek şekli de budur şayet varsa.
Bize biraz şiir lazım.
Kar yağmasın istiyorum üstümüze sadece, yağmıyor o da zaten epey zamandır. Erdem Abi gönlüyle bakmayı unuttuk diye yağmıyordur belki de kar, olamaz mı? Bir yerde adınızı “beyaz kâbus” koysalar siz gider misiniz oraya bir daha? Ben olsam gitmem! O da gelmiyor zaten. Bir sabah pencereyi açtığımızda gördüğümüz kâbus değil “bembeyaz gelinliğini giyinmiş bir tabiat olsa”, yanağımıza dokunan da sadece kar değil sevgilinin elleri olacak belki de. Sözün burasında Erdem Abi’ye bir Fatiha okumak da şiire dâhildir hafız. Kalbiniz kıpır kıpır Fatiha oluyorsa Acıbadem’den her geçişte Ömer Lütfi Mete diyerek ve Eyüp’te Necip Fazıl, Aşiyan’da Yahya Kemal, Sahra-yı Cedit’te Fethi Abi, siz de biraz şairsinizdir belki. “Şehre kar yağarken ellerini iki yana açıp başını göğe tutmuyorsan kar şehre yağıyordur azizim, sana değil” demiştim bir zaman, hâlâ aynı kanaatteyim, kayıtlara geçsin bu da. Peygamberimizin bahar yağmuruna yüzünü tutup dua edişini okumuştum bir yerlerde, aynı annenin çocuklarıdır yağmur ve kar unutulmaya. Fethi Abi yağmur yağarken ellerini açıp bağırarak okuyorsa Eşrefoğlu Rumi nutk-u şerifini bir bildiği var: “Bela yağmur gibi gökten yağarsa / başını âna dutmakdır adı aşk”
Bize biraz şiir lazım.