Emine Bulut’un, çocuğunun gözleri önünde kocası tarafından vahşice öldürülmesi ve geçen hafta haberdar olduğumuz Ümraniye’deki ruhsatsız sözüm ona Kur’an kursunda yaşanan aşağılık çocuk istismarı ve tecavüz vakası gündemdeyken idam meselesini bir kez daha tartışmakta fayda var.
Dünyada toplam 53 ülkede idam cezası hukuken veya fiilen uygulanıyor. Ekseriyetle Afrika ve Arap ülkeleri, ayrıca ABD, Japonya, Çin, Tayvan, Tayland, Vietnam ve Avrupa’da da Belarus bu cezayı uygulamaya devam ediyor. Fransa 1981 yılında idam cezasını kaldıran 35. ülke olmuş, akabinde de yaklaşık 140 ülkede idam cezası kaldırılmış. Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 13. ek protokollerini onaylayan Türkiye’de 1984 yılından beri fiilen, 2004 yılından beri de hukuken idam cezası yok. Özetle böyle.
Biraz çaba, küçük bir değişiklikle idam cezası geri getirilebilir fakat ilişki içinde bulunduğumuz devletlerin menfi yaklaşımı ve uluslararası toplumun tepkisinden duyduğumuz endişe ile bu değişikliği yapamıyoruz. İdam cezasının varlığı sebebiyle Belarus’u üye yapmayan AB’nin bu konudaki net tavrı önümüzdeki en büyük engel gibi gözüküyor. Şöyle söyleyeyim tam anlaşılsın: İdam cezasının uygulanması durumunda bizi birtakım sert yaptırımlarla tehdit eden ülkelerin hemen hepsi Türkiye’de tek adam rejimi olduğunu iddia ediyor. Bu ülkede her dediği olduğuna vehmedilen o tek adam, yukarıda iki örneğini verdiğim toplumun vicdanını kanatan benzeri her hadiseden sonra, “Ben idam cezasının uygulanması taraftarıyım, Meclis’ten bu konuda bir yasa çıkartılırsa seve seve imzalarım” diyor. Sayın Bahçeli de bu konudaki tavrını net bir şekilde ortaya koyarak idam cezasının getirilmesini destekleyeceğini ifade ediyor. Öyle zannediyorum ki bu konu referanduma götürülse en az yüzde seksenlerle milletçe de kabul edilir. Şöyle düşünelim, millet istiyor, devlet reisi istiyor, Devlet Reis istiyor. Bu kadar isteyene eminim ki CHP de ayak uydurur ve günü geldiğinde ister istemez istiyormuş gibi yapar. Buradan bakınca bu kadar geniş bir mutabakatla istenen başka bir şey yoktur bu ülkede diyebiliriz. Peki, neden olmuyor?
ABD, Rusya ve AB arasında diplomasinin en kıvrak hamleleriyle yol aldığımız bir süreçten geçiyoruz. Türkiye’nin güneyi ve doğusu, Akdeniz’deki hareketlilik, ABD ile gerginlik malum... Böylesi bir konjonktürde AB’ye tamamen rest manasına gelecek idam cezasını geri getirebilmek pek mümkün görünmüyor, benim anladığım bu. İstemediği şeyi açıkça dile getirmekten çekinmeyen, istediğinin arkasında da ne olursa olsun duran, milletim ne isterse o olur diyen bir cumhurbaşkanının samimiyetle istemesine ve milletin istediğini de bilmesine rağmen bu meseleyi halledememesini başka türlü izah edemiyorum.
Konjonktür, strateji, diplomasi derken olan nice garip cana, nice masum duyguya oluyor. Emine Bulut’un katili müebbet alır, iyi hal vs. derken 15 sene yatar çıkar, Ümraniye’de Kur’an öğrettiği talebeye musallat olan şerefsiz mahlûklar o kadar bile yatmaz; ciğerler yanar, vicdan sahipleri haykırır, kadınlar ölür, çocuklar istismar edilemeye devam eder. Böyle olmak zorunda mı? Hayır! Bir önerin var mı diyeceksiniz, var!
İngiltere seyahatimizde yanımızda Türkiye’de ilahiyat fakültesini, Ürdün’de Şeriat Fakültesi’ni bitirmiş bir dostumuz vardı. Sohbet arasında espriyle karışık ona dediler ki sen burada olsan Şeriat Mahkemesi’nde kadılık yapabilirsin. İngiltere ve Şeriat Mahkemesi! Önce şaka yapıyorlar zannettik, baktık ki gayet ciddiler. Biraz araştırınca şunu öğrendik: İngiltere’de Anglo-Sakson hukuk geçerli. Fakat evlilik hukukunu önce Yahudilerin sonra Müslümanların talebi neticesinde bir istisna kabul etmişler. Bir Müslüman boşanmak istediğinde eğer isterse çocukların velayeti, mal paylaşımı, mihr ve benzeri konuların halli için ülke genelinde mevcut olan 4 Şeriat Mahkemesi’nden birisine başvurabiliyor. Ve o mahkemece verilen karar İngiliz hukuk sistemi tarafından kabul ediliyor. İlginç değil mi?