Serdar Tuncer Yeni Şafak Gazetesi

La bu din n’etti size?

Türbelere gider gözyaşlarıyla dua ederdik, zikir meclislerine gider muhabbetle Allah derdik. Faizin her türlüsünü haram bilirdik, kumar kapımızın eşiğinden girmezdi. Zinaya yaklaşmak haramdı, akıldan geçirmek...

29 Ağustos 2019 | 1.265 okunma

Türbelere gider gözyaşlarıyla dua ederdik, zikir meclislerine gider muhabbetle Allah derdik. Faizin her türlüsünü haram bilirdik, kumar kapımızın eşiğinden girmezdi. Zinaya yaklaşmak haramdı, akıldan geçirmek büyük ayıp. Kul hakkı yemek, domuz eti yemekten beterdi bizim için. Domuz eti yemek, gâvur olmaya denk. Sadece kadınlarımız ve çocuklarımız değil; aldığımız nefes, bastığımız toprak, gölgesinde oturduğumuz ağaç, taşıdığımız can emanetti bize. Günah işleyecek olsak Allah’tan korkardık, ürkerdik hesap gününden, kabir azabından. İnsandık ama. Yanılıp yakılıp bir günah işleyecek olsak, tövbemize katık ederdik salavatları, şefaat dilenirdik en sevgiliden. Kandil geceleri utanır içmezdi şaribü’l leyl’i ve’nneharımız, Ramazan günlerinde açıkta yiyip içmekten imtina ederdi gâvurumuz. Fahişemiz yolun kenarından yürür, kaldırıma çıkmazdı, zamparamız musallat olmazdı kaldırımda yürüyen dürr-i nâ süftelerin kıvrak endâmına. Gâvurumuzun mukaddese hürmeti vardı, günahkârımızın İslam’a muhabbeti, fahişemizin ahlakı vardı, zamparamızın namus duygusu. Hira, Tanrı Dağı’nın sancağıydı anlayacağınız, Tanrı Dağı, Hira’nın sancaktarı ve biz sancağımızla Müslümandık, sancaktarlığımız kadar Türk.

Sonra bir şey oldu, “bir şey koptu” bizden, “her şeyi tutan bir şey...” Tanzimat’la mı başladı kopuş, öncesi var mıydı, İstiklal Harbi neresine denk düştü bu kopuşun, sonrası var mıydı, ne fark ederdi ki? Dalından kopmuş bir gazel gibi, kökünden sökülmüş bir ağaç gibi ötesine düşmüştük kendimizin, sergüzeştimiz böyleydi, serencamımız hayr olsundu, geçmişini ‘şimdi’de yitirenin geleceğine geçmişler olsundu!

Önce aydınlanmaya iman edenimiz imanımıza kast etti, “Kâbe Arap’ın olsun” dedi, “bize Çankaya yeter.” Ezan susmasın diye evladını şehit veren anaların kulağında Tanrı’nın ululuğu yankılandı yıllarca. Yere düşmesin diye yedi düvele meydan okuduğumuz Kitab’ı evimizin bahçesine gömdük öz ellerimizle. Çok gam çektik ama hiç ümitsiz kalmadık, bilakis bileyleydik durduk kalbimizi dünün hayali, yarının umuduyla. “Seddolunmakla tekâyâ ref’olunmadı zikr-i Hak”, zira cümle mevcudat zâkirdi kâinat dergâh!

Sonra dini bilenimiz budamaya kalktı dinimizi, şaşırdık. Yolu kapatanlar yola itimadımızı artırmaktan başka bir şey yapamamışlardı ama yola laf edenler istikametimizi öyle allak bullak etti ki yürüyüşümüzü unuttuk. Bir sabah uyandık mesela, türbeye gitmek şirke eş oldu. Türbeler kapanınca önündeki sokaktan geçerken Fatihaları mahzun dudağımızı kıpırdatmadan okuyan biz, türbeye varıp dua etmek şirk olunca ne yapacağımızı bilemez hale geldik. Şaşırdığımızı gördükçe şaşırtma arzusu arttı çok bilenlerimizin. Bin yıldır söylenen sözleri söylediğin vakit, farkın olmuyordu hiç kimseden, söylenmeyeni söyleyecektin ki fark edilesin. Fark edilme ihtiraslarına imanımızı kurban etmekten hiç utanmadı namussuz çokbilmişlerimiz. İslam’ı daha güzel yaşamak için gittiğimiz tarikat, bir de baktık ki küfre eş olmuş. Tekkeler kapanınca elimize tespihimizi alıp Allah demiştik ama açık tekkenin kapısından içeri girip mürşid eli tutmak şirk ilan edilince ne yapacağımızı bilemedik.

Aşksız ve zevksiz yobazlar; şehvetli ellerine kuru bilgiden mamul, aşk ve irfandan mahrum baltaları almış dinimizi buduyorlardı. Ümmetin en büyük derdi şefaat müessesesi idi, “yoktur” dediler hallettiler mevzuyu bir kalemde. Şefaati yok sayana kabir azabı da yoktu zaten, onu da hallettiler. Kafamız karıştı, kalbimiz bulandı, çıkıp da bu müptezellere “şefaat yok diyene şefaat yoktur, kabir azabı yoktur diyene kabirde gösteriler anasının örekesini” netliğiyle mukabele edemedik. Şefaat varsa biz yaşadık, siz hapı yuttunuz; kabir azabı yoksa bizce mesele yok ama varsa size geçmiş olsun diyemedik. Ne yapmaya çalışıyorlardı, anlayamadık? Günahtan vazgeçmenin bir sebebini, tövbeyle kurtulmanın bir ümidini elimizden alarak ne yapmaya çalışıyorlardı, bilemedik.

Bunların açtığı kapıdan baltayı kapan girdi. Bir zamanlar herkesin din diye bir derdi vardı, şimdilerde hemen herkesin dinle bir derdi var. Kimisinin menfaatine dokunuyor zira din, kimisi üçkâğıdına dini bahane etmenin yollarını arıyor, bazısı cehaletinden yaşadığı çağın şartlarına zorluyor dini, bazısı aklının terazisinde dini temize çekme uğraşında.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Merhabaya muhtacız 04 Aralık 2021 | 198 Okunma Aman ha! 12 Eylül 2019 | 809 Okunma Hangi mahkeme? 05 Eylül 2019 | 499 Okunma La bu din n’etti size? 29 Ağustos 2019 | 1.266 Okunma Kebapçı tayfa 22 Ağustos 2019 | 878 Okunma