Her insanın içinde ideal bir sevgili portresi vardır. Boy, pos, endam, ten, koku, ses tonu, göz rengi, karakter, ahlâk, hayat yorumu ve daha aklınıza neler geliyorsa hepsi birden o sevgilide en mükemmel haliyle mevcuttur. Bu portreyi çizmeye ta çocukluğumuzdan başlarız. Daha sevgilinin ne olduğunu bilmezken anneden bir şefkat, ilkokul öğretmeninden bir tebessüm, komşu çocuğundan bir nim-i nigâh, seyrettiğimiz filmin başrolünden bir yürüyüş, okuduğumuz romanın ana karakterinden bir aşk alır, başlarız içimizde sadece bize ait ve her şeyiyle mükemmel o sevgiliyi yaratmaya. Aşkın ne olduğunu fark etmeye başladığımız gün, düşer yollara, içimizde asırlardır özene bezene saklayıp büyüttüğümüz işte o sevgiliyi aramaya başlarız. Sonu hüsranla bitecek bir yolculuktur bu, ama bunu bilmez hiç kimse yola çıktığı an. İyi ki de bilmez, zira bilse yolları bomboş kalırdı sevdanın.
İlk aşkımız bir gün gelir çalar kalbimizin kapısını. Onu içeri buyur etmeden önce, yani daha o en titrek sesimizle “seni seviyorum” demeden sevgiliye, yani kendimizden bile gizlerken henüz aşkı, yani büyütürken hasreti içimizde kökü kalbimizi paralayacak bir ağaç gibi; başlarız içimizdeki portrenin en güzel yanlarını ilk aşkımıza giydirmeye. Bakışı aynı hayallerimizdeki gibidir, yürüyüşü, duruşu, konuşması, dudak büküşü, endamı, zarafeti, güzelliği o içimizdeki sevgiliyle aynıdır ve hatta ondan bin kat daha güzel... Hayale giydirir sureti “evreka” diye bağırırız göklere; “Mecnun’un ancak adı var” günleri hoş gelmiş safalar getirmiştir. Haberi yokken içimizdeki hayalden daha güzel olan, hayır dedikçe güzelliğine güzellik katan sevgili, aşkımıza evet dediği an kaybetmeye başlar. Kaybeden o değildir aslında, içimizde bir şeyler kaybolur, kendimiz kendi içimizde kayboluruz, her aşkla beraber biraz daha büyüyecek kayboluşumuzun ilk ve hazin merhabasıdır bu. Çünkü kavuşulan hiç bir sevgilinin elleri kalbimizdeki portrenin elleri kadar sımsıcak tutamaz avuçlarımızı, bakışları pırıl pırıl ve sadece bize mıhlı olamaz hiç bir sevgilinin muhayyilemizdeki güzelin gözleri kadar. Hayallerdeki sevgili hiç incitmez insanı çünkü, gel deyince gelmemezlik etmez, kaşları hiç çatılmaz, burnu akmaz mesela içimizdeki portrenin, ağzı soğan yese bile kokmaz, binlerce çocuk doğurur ama ilk günkü güzelliği değişmez, dırdırı yoktur, isteği yoktur, annesi bile yoktur.
Uzaktayken içimizdeki portreden daha güzel olan sevgili, yakınlaşmaya başladıkça kaybetmeye mecburdur, çünkü hiç kimse bir hayalden daha hızlı koşamaz. Aşkta kristalizasyon diyor buna Stendhal ve galiba bu kristalizasyon meselesi yalnızca aşkla sınırlı değil.
İmdi, böylece başlayan bir yazı gelip nereye dayansa canınız sıkılırdı en çok? Tahmin edebileceğinizden çok daha öteye bağlayacağım mevzuyu; canınızı sıkmak için değil ama meramı anlatabilmek adına. Ülkemize bakışımızda da, siyasette de, uluslararası ilişkilerde de geçerli bu idealize etme durumu.
İçimizde bir Türkiye var mesela, en iyi hava savunma sistemlerini o üretiyor, en kaliteli savaş uçakları onun tezgâhından çıkıyor, ekonomik gücü o kadar büyük ki ABD Başkanı her BM toplantısında Reis Bey’den kaçırarak bakışlarını “dünya birden büyüktür” diyor ve Reis Bey “bir”e yüklediği mana sebebiyle parmağını sallayarak “hâşâ” diye mukabele ediyor oturduğu yerden. Rusya’sı, ABD’si, AB’si Türkiye ile arayı bozmamak için dengeli siyaset peşinde koşup diplomasiye takla üstüne takla attırıyor. Parmağımızı bir şıklatıyoruz okyanus ötesinde papazın biri kırk yıllık hazırlığın ardından son ve büyük hizmetini eda için Beyaz Saray’ın üstünde uçaklar uçuruyor July’nin 15’inde. Macron sarı yeleklilerin ardında Türkiye’nin desteği olduğunu biliyor ve denk alıyor ayağını bir “gezi”ye çıkarken, Merkel uygulayabileceğimiz küçük bir yaptırımla sevgili “avro”sunu nerelerde süründürebileceğimizi bildiği için hafta sonları tebdil-i kıyafet külliyeye temizliğe geliyor, Putin Baltacı Mehmet Paşa’nın heykelini dikmiş Petersburg’un göbeğine ve orada öyle bir hadise yaşanmadı diyen Katerina yanlılarını hapse atacak bir yasa çıkarıyor. Yok daha neler demeyin, keşke olsa deyin, ama ne deseniz olmuyor çünkü yok böyle bir dünya!
Etimiz belli, budumuz belli. Biz vaktiyle büyük işler başarmış, şimdilerde yeni yeni bir iddia sahibi olan, elindekini yitirmemek için gayret eden, çoğaltmak için hayal kuran bir devletiz, hepsi bu. Muhayyilemizde ulvî bir niyaz Türkiye; kabul olunmuş bir dua, nazlı bir fikir, dünyaya yeni ve güzel bir teklif sunabilecek muazzez bir umut kabul ama realite de böyle şimdilik, yapacak bir şey yok!