Yanan feryat eder, yananı gören tarif eder; görenden duyan tasvir eder.
Yanan tarif etmez, gören feryada ortak oldum zanneder, duyan feryadı kendisininmiş gibi anlatır. Yanan kişinin işi gücü feryat olur, gören işini bırakıp feryada kulak kesilir, duyan yangını anlatmayı kendisine iş eyler. Feryat acı verir, tarif bilgi, tasvir haz. Feryat sadedir ama gerçek, tarif ilginçtir ama sathî, tasvir süslüdür ama yalan. Feryat yanmayı anlatır, tarif yananı, tasvir yangını.
Bir dakika yahu!
Sizi bilmem ama bendeniz sadeliğe övgü için yazılmış bir yazıya yukarıdaki paragrafla başlayan yazara sanırım söverdim ama siz sövmeyin çünkü yazar sadeliğin güzel bir şey olduğunun farkında olduğu için bu yazıyı yazıyor. Doğrunun farkına varacak kadar çocukluktan kurtulmuş yani ama hakkını verebilecek kadar büyümemiş, hepsi bu. Söyledikleri de doğru üstelik fakat bu doğruyu o sadelikte ifade edebilecek kadar olgun değil henüz. Evet, kelimemiz budur, olgun. Hayır, olgun deyince kavun akla geliyor, kâmil diyelim biz, bu daha doğru.
Bir şeyin hakikatini bilen o şeyi sade bir şekilde ifade etmeyi de biliyor. Yazarken, söylerken, yaşarken ölçü değişmiyor, aynı. İnsan ne kadar kâmilse o kadar sade söylüyor sözünü, o kadar sade yaşıyor hayatı. Hakikatinden mahrum olansa süslü kelimelerin, büyük iddiaların, ışıltılı hayatların arkasına saklıyor bilmeyişini. Çirkinliğini gizlemek için takıp takıştıran rüküşler vardır hani, o misal. Fazladan takılan her aksesuar bir eksiğin süslü habercisi. “Bir çocuğun anlayacağı şekilde anlatamadığın meseleyi hiç kimseye anlatma çünkü bilmiyorsundur” demişler. Ne güzel bir söz! Bu sözün terazisinde tartalım bildik zannettiklerimizi, bakalım elimizde ne kalacak. Bir güzel söz daha: Usta o kişiye derler ki yaptığı işi görenler “çok kolaymış, bunu ben de yaparım” diyebilsinler. Ustalık iddiasında olduğumuz konuları bu sözün mihengine vursak hangi iş için ben onun ustasıyım demeye yüzümüz kalır ki? Usta demişken, hem ustasını geçip hem kendisini geçecek bir çırak yetiştiremeyene usta demezmiş ustalar, haberiniz olsun. “Ustada kalırsa bu öksüz yapı/onu sürdürmeyen çırak utansın.” Üstad haklı elbette ama başka bir cihetten bakınca öksüz yapıyı sürdürecek çırağı yetiştiremeyen usta da birazcık utanmalı değil mi?
Üslub-u beyân ayniyle insan dermiş kudemâ, tevekkeli söylenmemiş bu söz. Üslubumuz ele veriyor bizi. Neye ne kadar sahip olduğumuzu, neyden ne kadar vazgeçebildiğimizi, neyin ne nispette bize lütfedildiğini, bakmayı bilen göz sahipleri üslubumuzdan seziyor. Üslup, dilimizden dökülenlere ait zarafet ve letafete delalet eden bir güzellik değil sadece. Alırken, verirken, otururken, kalkarken, yürürken, bir fincanı elimizde tutarken, hülasa şu ağaç gölgeliğinde bir kaç nefesçik oyalanırken hep üslup…