Bir bekleyen ve beklenenden söz ettiğimiz vakit, bir malum ve bir meçhulü dile getirmiş oluruz. Malum olan, bekleyenin varlığı ve beklemekte olduğudur. Zira bekleyenin var olmadığı yerde beklenen diye bir şey yahut kimsenin varlığından söz etmek imkânsızlaşır. Hülasa bekleyen yoksa beklenen yoktur. Tam aksini iddia ederek beklenen yoksa bekleyen de yoktur diyebilirsiniz. Bu da yanlış bir düşünce olmaz sanırım. Beklenen ve bekleyeni insan olarak düşündüğümüzde ikisinin varlığı birbirini anlamlı kılmaktadır denilebilir. Böylesi bir durumda bekleyenin adı üstüne beklemekte olduğunu bilmiş oluruz ancak bilmediğimiz şey, beklenenin gelip gelmeyeceğidir. Bu durumun galiba bir tek istisnası var: Müslüman ve Ramazan.
Ramazan, Müslüman için özlenen ve beklenendir. Gelişiyle memnun, gidişiyle mahzun edendir. Ramazan Müslümana sevgilidir. 1439 Ramazan-ı Şerif’i alıp başını giderken son iftar sevinçlerimize tarifsiz bir hüznü katık eyledik. Gidiyor ve biliyoruz ki tekrar gelecek. Hatta nazenin zatların zarif ifadesi ile bizi öylesine özleyecek ki seneye on gün daha erken gelecek. Bilmediğimiz şu, o geldiğinde biz burada olacak mıyız? Bunu bilme imkânımızın olmaması bir Ramazan-ı Şerif’e daha kavuşmak için niyaz etmemize mani değil. Duamız odur ki 1440 hilali nazlı nazlı göz kırptığında, sağlık ve huzur içinde hamd ederek gelişine sevinenlerden olalım.
Ramazan ayı beklenen, Müslüman bekleyense şayet, şöyle bir tarif yapmak galiba haddi aşmak olmaz: Müslüman daha arife gününe kavuştuğu an bir sonraki Ramazan-ı Şerif’i bekleyen kişidir.
Bekleyen ve beklenen arasındaki irtibat Ramazan ayı ve Müslüman söz konusu olduğunda işte böylece tam tersine dönüyor. Beklenen mutlaka gelecek de bekleyen için iki meçhul söz konusu: Birincisi gerçekten beklemekte midir, ikincisi beklenen geldiğinde burada olacak mıdır? İkinci sorunun cevabını bilme imkânımız yok ama ilki için bir şeyler yapabiliriz. 1440 Ramazan’ını beklemeye başlamalıyız ki Müslümanlığımızın şahidi olsun. Göçersek gideni beklerken göçenlerden olalım, kalırsak gelenin beklerken bulduklarından.
Bekliyorum demek, dil ile olmaz, kalbimizden, gözlerimizden en çok da halimizden o bekleyiş ve hasret süzülmeli. Cemil Meriç gittiği için üzülen sevdiğine “üzülme” diyordu, “ne ben gidiyorum; ne sen kalıyorsun, sen biraz benimle geliyorsun ben biraz seninle kalıyorum, ayrılmıyoruz.” Ramazan biraz bizimle kalmalı gitse bile. Biz biraz Ramazan’la gitmeliyiz kalsak bile. Diyeceksiniz ki bu nasıl olacak?
Ramazan ayının gelişiyle bir şeyler değişti hani. Zaman biraz daha yavaş akmaya başladı. Gökyüzüne bakmak için fırsatımız oldu, latifleşmiş ruhlarımızla çiçeklerin kokusunu biraz daha yakından almaya başladık, olmazsa olmaz zannettiğimiz pek çok şeyin olmasa da olacağını fark ettik. Bayramdan sonra bu hali bir müddet daha taşımak, on bir ayın sultanına lisan-ı hal ile seni bekliyorum demektir.