Amerikan yönetiminin Suriye Özel Temsilcisi, büyükelçi, James
Jefrrey’in, Washington’da ABD’nin YPG ile
ilişkisinin Türkiye’ye karşı bir adım
olmadığını ve kendilerinin YPG’yi
PKK’dan farklı gördüklerini anlatmak için uğraştığı bir günde,
Dışişleri Bakanlığı'nın Avrupa ve Avrasya İşleri bölümünden Türkiye
sorumlusu Matthew
Palmer Ankara’ya yaptığı ilk ziyarette
yönetimin PKK’nın üç yöneticisinin başına
ödül koyduğunu açıklaması ilk önce şaşkınlık yarattı.
Washington’da hemen herkes gibi ben de bunun yönetimin, Türkiye’nin
YPG konusunda sakinleşmesini sağlamak için atmış olduğu göz
boyayıcı bir adım olduğunu düşündüm. Türkiye’de de konu hakkında
çıkan yazıların çoğunluğu bu fikirde gibi.
Ancak konunun perde arkasında daha farklı
bir şeylerin olabileceğini konuyu takip
eden Amerikan kaynağı ile yaptığım görüşmeden sonra düşünmeye
başladım.
KARARIN PERDE ARKASI
Bu önemli kaynak bana konunun Amerika’nın İran’a yönelik
yapmakta olduğu operasyonların bir parçası olabileceğini
hatırlattı. ABD'nin kritik bir adım
atarken hiç bir zaman tek sonuç düşünmediğini birkaç sonuç
getirecek adımlar atmayı tercih
ettiğini belirterek, atılan adımda tek
bir amaç olduğunu düşünmenin yanlış olacağını vurguladı.
Amerika tarafından başına ödül konulan isimlerin PKK’nın İran’daki
kolu olan PJAK’a destek vermeyi reddettikleri yolunda bir izlenimin
Washington’da bulunduğunu hatırlatan bu kaynak
eğer bu isimler PJAK’a destek verselerdi
ABD’nin istediği gibi İran merkezi yönetimi
zorlanacaktı. "Şimdi yönetim bunları bu
amaç yönünde engel olmaktan çıkararak PJAK’ın daha güçlenmesini
sağlamayı planlıyor olabilir" dedi.
Bunun uygulanması hayli zor ve hayalci bir plan olup olmadığı
yolundaki sorumu da aynı kaynak "Evet olabilir ama yönetim tüm
kaynaklarını İran’da rejim değişikliği yolunda seferber etmiş
durumda. Bu yüzden bu yolu da denemek istiyor olabilir" diye
cevapladı.
***
Tüm liderlerin en büyüğü Atatürk'tür
“Türkiye’nin dinselleşmesi sürecine nedense onun
itibarsızlaştırmasını da dahil ettiler.
Oysa buna hiç gerek yoktu. Atatürk’ün
düşünce yapısı ile dinselleşen beyinler arasında uzlaşmaz çelişki
olması gerekmiyordu.
Düşünmeyi bilenler, iyi niyetli olabilenler Atatürk’ün düşünce
yapısı ile dinselleşen beyinler arasında uzlaşma, kesişme
noktalarını gayet tabii ki bulabilirlerdi.
Dinselleşmenin popülist yandaşları ve liberal yol arkadaşları bunu
yapmadılar; Atatürk ve düşüncesine acımasız, sürekli bir
itibarsızlaştırma kampanyası yürüttüler.
Sonunda Atatürk’ten bahsetmenin bile
zoraki hoşgörüyle karşılandığı ve neredeyse otomatik suçlu gibi
davranılmasına yol açan bir duruma geldik.
Çoğumuz artık onun kıymetini, ona neler borçlu olduğumuzu
bilmeyebiliriz, ama neyse ki onun değerini bulup çıkaran, bağımsız
ve özgür düşünebilen bilim adamları hâlâ var.
Şimdi size bir büyük araştırmadan bahsedeceğim.
ABD’li psikiyatri profesörü Arnold Ludwig
‘King of the Mountain’ adlı bir kitap
yayımladı.
2 bin etkin lider hakkında 18 yıl boyu süren bir araştırma
yapmış.
Bunlar arasından 377 devlet adamı-lider tespit etmiş ve bunları
ayırmış.
Aslında bu çok kapsamlı ve zor bir istatistik çalışması.
200 kriter tespit etmiş ve bu 377 devlet adamına-lidere bu
kriterleri tek tek uygulamış. Sonra onlara 1’den 31’ekadar puan
vermiş.
PGS (Political Greatness Scale-Siyasi Büyüklük Ölçütü) olarak
tanımladığı bu sıralamaya göre Nehru 25,
Roosevelt 30, Fidel Castro 23, Lenin 28, Churchill 22, Golda Meir
12, Kennedy 15 puan almışlar.
Bilin bakalım 31 puanı alan tek ve en büyük lider kim?
Umarım bu satırları ATATÜRK SEVGİSİNDEN
YOKSUN OLANLAR iyi okurlar. Okusunlar da
biraz kendilerine çekidüzen versinler.
Evet, 31 puanla ve 'Visionary’ (büyük
vizyon sahibi) sıfatıyla 20’nci yüzyılın en büyük devlet
adamı-lideri sıfatına Atatürk layık görülmüş.
Bunu biz biliyorduk ama bir tarafsız bilim adamının, tamamen
bilimsel çalışmasında bizim bildiğimiz bu gerçeğin de teyit
edilmesi güzel bir gelişme.”
Bunu 10 Kasım gününde tekrar hatırlatayım
dedim.