Allah onu başımızdan ebediyete kadar eksik etmesin, ama benim Selçuk Tepeli’yi anlayabilmem mümkün değil. Anlasam da anlamasam da onunla kesinlikle anlaşamayacağım.
Bir defa aramızda sınıf farkı var. Yanlış anlaşılmasın, kimse kimseden daha üstün değil, ikimiz de aynı sınıftanız. Sınıfların en berbatı olan birer küçük burjuvayız.
Aynı anda hem burjuvalar hem de proleterler tarafından nefret edilmeyi başarmış bir sınıftır bu. Köylülerin ise onları umursadığını sanmıyorum. Yani laf kalabalığını bir kenara bırakırsak gündelik lisanla “küçük burjuvazi” sınıfı, hayli gıcıktır.
Selçuk’u tanıyana kadar bu sınıfın tüm özelliklerini en iyi kendimin temsil ettiğini, yani maksimum gıcık olduğumu sanıyordum. Ama onu tanıyınca “en iyi küçük burjuvalar” listesindeki sıralama değişti. Bir numarada şimdi o var. İkincilik Ertuğrul Özkök ile benim aramda gidip geliyor. Arada bir ben, gıcıklıkta onu bile aşıp ikinci oluyorum ki bu da hayli büyük bir başarıdır.
Her küçük burjuvanın hayatta bir sınıf atlama hayali mutlaka vardır. Örneğin, ben burjuva olmayı isterim. İkinci sıradaki Ertuğrul Özkök’ü ise burjuva olmak kesmeyecek gibi; artık o aristokrat olmayı kafaya koymuş gibi davranıyor. Küçük burjuvaların bu şekilde hayaller kurması- nın trajik olduğunun farkında değil gibi nedense.