College de France’da profesörlüğe atandığında kendisine ‘Düşünce Sistemleri Tarihi' profesörlüğü unvanını seçen Michel Foucault’a belki de çok özendiğimden ve onun çalışmalarını daima tutkuyla okumakta olduğumdan özellikle bu tür yazılara başladığım 8 aydır zaman zaman kendimi tarihteki düşünce sistemlerinin arkeolojisini yapan bir yazar olarak hayal ediyorum. Özellikle sosyal medyada bu tür konularda hemen cevap yetiştirmeye eğilimli birçok insan olduğundan baştan söyleyeyim hayır kendimi incelemeye ve anlatmaya çalıştığım düşünürlerle eşit düzeyde filan katiyen görmüyorum. Aksine incelediğim insanlar beni çok daha tevazu içinde olmaya itiyor da diyebilirim. Ancak hayatın ağır yükleri bizlerin hayal kurmadan yaşamamıza izin vermiyor. Yeter ki kurduğumuz hayaller bizlerin insanın kendi kendisine zarar verme potansiyelini ortaya koyan Don Kişot türü hayaller olmasın. Bu nedenle kendimi arada bir düşünce sistemleri tarihinin bir arkeoloğu olarak hayal etmemin ne kendime ne de başka bir insana zararı olmayacağını düşündüğümden had sınırlarımı aşmadan konuları yazmayı sürdürmeye çalışıyorum.
Geçmişin çeşitli dönemlerindeki düşünce sistemlerine bakarken beni çok rahatsız eden bir konuyu da gördüm. Ben de dahil çoğumuz geçmişin önemli düşünürlerini, sanatçılarını değerlendirirken siyasi tavırları da işin içine sokmak eğilimindeyiz. Bu belki de şu anda yaşamakta oluğumuz siyasi travmaların bizleri daima siyasi tavırlar almaya iten sağlıksız ortamının sonucu olabilir.