Erdoğan ile Putin’i kastettiğimi düşünüyorsunuz değil mi?
Ama hayır, ben bugün konuşulamadığı için kaçan başka bir fırsattan bahsedeceğim.
Baştan uyarayım, bu yazıda insanı “Ne alaka?” dedirtecek, sadece güncelle ilgili okumaya alışmış beyinleri yoracak yönler bolca var.
Yine de yazıyorum bunları; çünkü yorulmuş beyinlerimizin biraz molaya, az da olsa dinlenmeye ihtiyacı olduğunu sanıyorum.
Bu tür konular beni dinlendiriyor, umarım size de etkisi aynen böyle olur.
Marcel Proust ile James Joyce uzunca bir süre hiç karşılaşmadan aynı şehirde yaşadılar.
Edebiyatın bu iki dev ismi eğer karşılaşıp bir de konuşsalardı, ortaya kimbilir ne cevherler çıkacağını düşünenler çoktu o dönemde.
1920’lerin Paris’i fıkır fıkır bir yerdi.
Şehrin kültürel yaşamı her gece parıldıyordu. Özellikle de Sergei Diaghilev’in“Ballet Russe”sinin temsillerinin olduğu geceler şehirde yer yerinden oynardı.
O gece şehirde herkes, Rus balesini konuşur, tartışırdı.
18 Mayıs 1922 akşamı Stravinsky’nin balesi “Le Renard” sahneye koyuluyordu.
O güne kadar birbirleriyle hiç konuşmamış olan Proust ve Joyce, o gece performansı izlemek için aynı tiyatrodaydılar.