Bir insan düşünün ki kendi benliğinde hem Zelig hem de Forrest Gump sendromlarını aynı anda bulundurabilsin. Tüm hayatını bu iki tuhaf sendromun muhteşem bir karışımı şeklinde yaşasın.
Ben de dahil birçok insan için bu iki sendromu aynı anda kimliklerimizde taşımak bize bir bela, bir ceza olarak gelebilir ama o bu durumdan çok mutlu.
Forrest Gump filmini hatırlayın, orada Forrest karakteri kendi iradesi dışında karıştığı olaylarda bir şey yapmadığı halde başarı ve ün sahibi olmuştur.
Woody Allen’ın oynadığı Zelig filminde ise Zelig yakın tarihin en önemli hadiselerinin olduğu anlarda olay yerinde görülmektedir. Örneğin, onu Lenin’in ve Hitler’in yanında olayların içindeyken görmek mümkündür.
Bu iki sendromun aynı anda bir kimlik içinde birleşmesi, o kişinin ruh halinde felaketler yaratabilir.
Ertuğrul Özkök’te bir tuhaflık olduğunu ben yıllar önce bir yurtdışı gezisine çıktığı zaman fark etmiştim. Dönemin lideri, birçok yabancı liderle görüşme yapacaktı. Gelen fotoğraflardaki karelerde mutlaka o da görünüyordu. Üstelik hep gülümsüyordu da.
Olmaması gereken her yerde mutlaka vardı ve etrafındaki kimse de onun orada bulunmasından rahatsızlık duymuyor gibiydi. Sanki o orada hiç yokmuş gibi davranıyorlardı.
Fotoğraflarda tek istikrarlı durum, her karede sadece onun son derece mutlu olmasıydı. Zelig-Forrest Gump karışımı sendromu o zaman tespit edip yazmıştım.
Bu sendromu aynı mahallede komşu olduğumuz eski yıllarda da özel olarak yaşamıştım. Örneğin, bir gece evde Rana ile yalnızız. Ben televizyon karşısında hafif uyukladıktan sonra uyandığımda karşımda onu oturmuş şarabını yudumlarken gördüğüm çok olmuştur. Ben uyurken elimdeki kumanda aletini de alıp kanalı kendine göre ayarlıyordu.
Karısı Tansu Özkök de onun bu Zelig-Forrest Gump sendromundan şikâyetçi ve onun durmadan kendi yanında belirmesinden bıkmış durumda. Ama onun için artık çok geç, bunu ruh hali böyle olan bir adamla evlenmeden önce düşünecekti.
Bütün bunları bir arkadaşımın bana yolladığı fotoğrafa bakarken düşündüm.