Yıllar sonra Washington’da hangi köşeye baksam hatıralar canlanıyor.
İşin tuhafı, hatıralarım haberle veya çalışmakla alakalı değil.
Pardon, tek bir anım var haberle ilgili olarak...
“Tam şu noktada büyük bir haber atlamıştım, işte şu barda sevgilimle buluşmuştum, işte burada ondan ayrılmıştım” türünden şeyler bunların çoğu.
Şimdi yazının bu bölümünü okurken Selçuk Tepeli’nin suratını hayal edebiliyorum.
Normal ciddiyetten hiper ciddiyete geçişe başlamıştır eminim.
Onda bu iç değişim başladığında kaşlarının ve gözünün hâkimiyetini kaybediyor, Hannibal Lecter gibi bakmaya başlıyor insana.
Müdürler korkmasın, o hayatı bu şehirde yaşadığımda 40 yaşlarındaydım.
Aynı şeyin tekrar etmesini istesem de imkân yok. Şimdi bir sevgiliden duyabileceğim heyecanı, haber bulmaya çalışırken de duyabiliyorum. Ki bence bu utanç verici bir durum, hızla bunamaya başladığımın göstergesi.
Bu gidişat sürerse beni Washington sokaklarında yakam paçam bir yanda gülümseyerek yüksek sesle “Haberler nerede gülüm” sözünü sürekli tekrarlayarak dolaşırken bulacaksınız.
İşin tuhafı, şehrin yüzlerce köşesinde o zamanlar sevgililik aşamasında olduğumuz Rana’nın beni terk ettiği anısı var.
Bu terk etmelerin neden bu kadar fazla olduğu ve sonra bunlardan neden vazgeçtiğini de bilmiyorum.