Marksist heyecanlarımın dorukta olduğu yıllarda insanların inisiyatif aldıkları, hayatlarına dair talepler ortaya koydukları protesto ve gösterilere içgüdüsel, otomatik olarak destek verirdim.
Onların yanında fiilen de durmaya hassasiyet gösterirdim.
Yılların bana verdiği tecrübe, bu tavrın tatmin verse de hep en doğru sonuçlara vardırmadığını gösterdi.
“Yeşil Yol” protestolarını, söylenenleri, protestocuların tavırlarını ilk gördüğümde de içimde otomatik bir destek oluşuverdi.
Hatta toplu hareketlere inancımı ve temelde insana güvenimi tamamen yitirmiş olmasaydım onlarla birlikte protestoya da çıkardım.
Ama sonra tecrübe yıllarım devreye girdi ve “Acaba” sorusunu sormaya başladım.
“Acaba” dedim, “Bu Yeşil Yol, protestocuların dediği kadar kötü bir şey mi”?
Yoksa onlar da tepkilerini benim gibi otomatik mi koyuyorlar?
Acaba onlar da bu iktidara inançlarını yitirmiş ve “Onlar neyi yaparlarsa yapsınlar, iyi yapsalar bile bu otomatikman kötüdür” diye mi düşünüyorlar.
Yani “Belki bu Yeşil Yol, tüm bölgeye çok güzel yararlar getirecek bir proje de olabilir, ama bizler yaşadığımız olaylardan, yandaş işadamlarından, yapılan usulsüzlüklerden bıktık da bunu otomatikman kötü mü sanıyoruz” diye sordum kendime.