Ben, geçen yıl öğrenmiştim. Malatya Büyükşehir Belediyesi'nin "Türkiye'nin en büyük fotoğraf makinesi müzesi" demesine bakmayın; tevazu yapıyorlar. Zira dünyayı dolaşan biri olarak bu gezegendeki benzer müzelerin çoğunu gezdim, gördüm, inceledim. Malatya'daki müze kadar büyük, bilimsel, tasnifli ve örneklisi yok.
İşim gücüm mü yok gittiğim yerlerde benzer müzeleri arıyorum? İşim gazetecilik ancak özel merakım, hatta bir zamanlar ek gelir kaynağım, fotoğraf makineleri tamiri olduğu için bu müzede gördüğüm her parça, bende farklı anıları tetikliyor, zihnimin tavan arasında eski pek çok hatırayı canlandırıyor.
Bu yıl Sabah Yazarlar Kulübü Malatya Paneli için kente indiğimde, ekibimin o saatlerde Fotoğraf Müzesi'nde olduğunu öğrendim. Soluğu orada aldım. Zira geçen yıl geldiğimde beni buradan zorla çıkardılar. 1,5 saatte görebildiklerim yetersiz gelmişti bana.
Müzeye vardığımda bir sürpriz beni bekliyordu. Bu muhteşem değeri ülkemize, dünyaya kazandıran insan da oradaydı.
Baki Tamer Selçuk, tamircilikle başladığı kariyerini, böylesi bir şaheser müzeyle taçlandırmış... Onu, arkadaşlarıma rehberlik yaparken buldum. Kendini bir davaya adamış insanları, derhal anlarsınız. Aşk ile anlatırlar, coşku ile aktarırlar ve gözlerinden enerji fışkırır.
Baki Tamer Selçuk'a benzeri müzelerden burasının farkını sordum; "Daha düzgün, daha zengin, depo yerine teşhire yönelik, her parça etiketlenmiş ve bilgi kartı ile bezenmiş." Doğru... 1876'dan 2010'a dek gezegende üretilmiş neredeyse her optik cihaz, 40 kategoriye ayrılmış...
Bin 965 fotoğraf makinesi, 3 bin 600 aparat. Aralarında neler mi var? Körüklüsünden kutu modeline dek binlercesi. Ancak detayı merak eden okur için şu kadarını aktarayım; optiğe dair her şey. Flaşından agrandizörüne, sinema projeksiyonundan klişe kamerasına dek...
YANLARINA DAHİ YAKLAŞAMADIM
Klişe de ne ola ki? Anlatayım; 1972 Kasım'ında henüz 16 yaşında bir lise mezunu iken İstanbul'a gelmiş, genel yayın müdürlüğünü dayım Rahmetli İsmail Oğuz'un yaptığı Babiali'de Sabah Gazetesi'nde işe başlamıştım.
İşim mi? Başyazarımız Necip Fazıl'ın getir-götürcüsü, yani Üstad'ın yazılarını Cağalaoğlu'ndan Sirkeci'deki mürettiphaneye götüren, dizildikten sonra provasını alıp başyazara taşıyan, düzeltmeleri yaptıktan sonra bir iki eğitici uyarı eşliğinde yeniden matbaaya taşıyan biri.
Bu işime ek olarak, gazetenin fotoğraflarını klişeciye götürüp, çinkoya basılı hale gelen materyali matbaaya taşırdım. Orada, dev körükleri olan, pirinç ve ahşap malzemeden üretilmiş cihazlar vardı. Arkasında ışığa duyarlı kimyasala bulanmış cam olan bu cihazların en can alıcı parçası, önlerindeki harika objektiflerdi. Harika diyorum zira klişehane ustaları, onları değil kurcalamamı, yanlarına dahi yaklaşmamı istemezlerdi.
Bu süreçte muhabirliğe başladım ve ilk makinem olan Canon AE1'i satın aldığımda, tam bir yıl bunun parasını denkleştirmek için çalışacaktım. Makine merakım böyle başladı.
KOLYE GİBİ TAŞIDIM
O dönemde gazetelerin fotoğraf laboratuvarı yoktu. Birinci banyo (Yedi ayrı malzemeden bir saatte hazırlanırdı) ve sabitleyici banyoyu bizler üretir, filmi kendimiz banyo yapar, fön makinesiyle kurutur, seçtiğimiz negatifi, agrandizörde kendimiz "tab" ederdik. Bu süreçte çok makine gördüm, inceledim, bozdum, tamir ettim, kullandım, kaybettim, çaldırdım, anarşi sürecinde görev yaparken kırdırdım.
Ve boynumda kolye gibi taşıdığım makinenin taksitlerini ödeyebilmek için eşin dostun fotoğraf makinelerini tamir eder oldum. Yılların ardından elimde yığınca makine, teçhizat, objektif, pozometre, mercek ve aparat birikti.
Tam da bu nokta; benim bu müzeyi böylesine önemsediğim yer işte... Baki Tamer Selçuk Bey, benim ek iş olarak yaptığımı, ana dal seçmiş, yetmemiş bu müzeyi oluşturmak için kazandıklarını, koleksiyon değeri olan fotoğraf makineleri ve aparata harcamış.
Sinema, optikle ilgili bir alan... Bu müzede bu adla bölüm var ve yedi ayrı segmentte 1900 yılından günümüze kadar gelen sinemanın serüveni 113 parça ile anlatılıyor bize...
Karanlık oda; işlerin henüz ileri teknoloji sistemlere devredilmediği günlerde, yüzlerce saat geçirdiğimiz yerin adı idi. Bu müzede 42 farklı malzeme, karanlık odanın ışıklı öyküsünü aydınlığa çıkartıyor.
Flaşlar... Şimdiki dijital kameralar dahi ihtiyaç duyarken kimyasal filmler çağında onlar olmadan yapamazdık. Bir defaya mahsus parlayıp söneninden akülü döner başlıklı olanına kadar yüzlerce çeşidini bulmuş getirmiş Baki Tamer Selçuk Bey...
Büyükşehirin eski başkanı Ahmet Çakır'a teşekkür etmeliyim. Böylesi bir müzeyi uygarlığa kazandırdığı için. Şimdiki Başkan Hacı Uğur Polat'a da mesajım şudur ki; böylesi bir şaheseri tanıtmakta daha gayretli olmalı ve bana göre en az üç kat büyük bir binayı bu müze için tasarımını düşünerek inşa etmeli... Eylülde radyo müzesi de geliyormuş. Açılışına katılacağım. Önerim şudur; yolunuz Malatya'ya düşerse mutlaka burayı gezin. Hatta yolunuzu bu müze için Malatya'ya düşürün derim, buna değecektir...