Sürdürülebilir büyüme... Son çeyrek yüzyıla damgasını vuran
tanım bu... Kayıp Yıllar 1990'larda taşikardi hastasının kardiyosu
gibi bir yukarı bir aşağı grafik çizen ülkemiz, sürdürülebilir
trendi yakalayabileceğini gösterdi.
Artan jeopolitik riskler, terör, savaş belası ve yığınca operasyona
rağmen 6.5 yıldır sürekli büyüyen Türkiye'nin, 2010'lardaki yüksek
büyüme hızına doğru devinmeye başladığını görüyoruz.
Burada karar süreçlerini daha etkin ve yetkin hale getirecek olan
Başkanlık Sistemi'nin önünün açılmasının da etkisi büyük.
Koordinasyonun daha da sağlandığı, paralel süreçlerin ayıklandığı
ortamda, büyüme hızında %10'ların üzerine çıkabilme becerimizi
yineleyebiliriz.
Başkanlık sisteminin kazançlarından biri olan hızın yanı sıra
yapısal reformların kararlılıkla uygulanabilirliğidir ve bu
reformlar milli gelir pastasını büyütmede etken olacak. Bugün
İstanbul'a yoğunlaşmış mega projelerin Anadolu'ya yayılacağı bir
döneme giriyoruz.
Biliyoruz ki yalnızca alkışla olmaz... Kesintisiz büyüme "gerek
şart" olabilir fakat "yeter şart", büyümenin niteliğinden gelir.
Sanayinin yeni finansman modellerine ihtiyaç duyduğunu biliyoruz.
Kalkınma bankacılığının devreye alınacağı dönemde yatırımın
niceliğini çözebileceğiz.
Yatırımların niteliğini ise sadece sanayiciler değil, üniversitesi,
kamu-özel işbirlikleri ve turizmden gıdaya yeni öyküler
oluşturabilecek girişimciler sağlayacaktır.
Cari açığın düştüğü, bütçenin fazla verebildiği ortamda büyümenin
niteliğini artırma yönünde şansın bizden yana olduğunu
söyleyebiliriz. Başkanlık tartışmalarının ekonominin yarınına
güveni tırmandırdığı bu dönemde kriz goygoycularına kulak tıkayıp
yarına bakmakta fayda var.