Amerikalı ünlü komedyen Bob Hope bankalara dair şu espriyi
yapardı: "Bankalar, ihtiyacınız olmadığını kanıtladığınızda size
borç veren kurumlardır." Hope'un bu şakasının aslında gerçeğin
yansıması olduğunu, 2008'de finansman üzerinden tetiklenen küresel
kriz sürecinde gördük.
Türkiye'ye geliyoruz; mevcut bankacılık sistemimiz, tam da Hope'un
söylediği gibidir. Bazı iyi örnekleri özenle bir kenara bırakarak
şunu söyleyebilirim ki, her 100 liralık kredi için ortalama 240
liralık teminat istenir.
Finansmanın böylesine pahalı olduğu ülkede yatırımlar için dış
kaynak, zorunluluk halini alır.
Tam da bu noktada sorgulamamız gereken, böylesi bir bankacılık
sistemiyle 2023'e varmanın imkânsızlığıdır.
Bir yandan sistemi ıslah ederken yeni seçeneklerin ve araçların
devreye girmesi gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dünkü katılım
bankacılığıyla ilgili sözleri ve Ziraat'ın dev projesi, bu konuda
eyleme geçtiğimizin işaretidir ve bu sürecin hızlanarak
sürdürülmesi gerekir. Gerekçelerim var:
Kamu bankaları 2002 öncesinde bankacılık literatüründe olmayan
'görev zararı' deyimiyle, siyasilerin arka bahçesi haline
gelmişti.
Sadece Ziraat Bankası'nın görev zararı 16 milyar lira idi. 2001'de
üç kamu bankasının toplam görev zararı 25 milyar TL idi.
Kamu bankalarının bilançolarının yaklaşık yüzde 60'ı görev zararı
taşıyordu.
2001 krizinden sonra başlayan ve AK Parti hükümeti döneminde
hızlanan yeniden yapılandırma yapıldı.