Pakistan'dayız. "Böylesi kaynaklar varken neden bunlardan
yeterince yararlanamıyoruz." Lahor'da, Semerkant'ta, Fildişi
Sahili, Gine, Nijerya, Gana'da... Hep aynı söylem: "Böylesi
kaynaklara sahipken..." Dün Cumhurbaşkanlığı himayesinde
Uluslararası İş Birliği Platformu (UİP) tarafından düzenlenen
"Küresel Gelecek: İnsan Odaklı, Akıllı Ekonomi Temalı 7. Boğaziçi
Zirvesi"nin ikinci gününde gerçekleştirilen "Daha iyi bir gelecek
için sürdürülebilir ekonomi" panelini yönetiyorum.
Pakistan Finans Bakanı Muzaffer Said ve Afganistan Ekonomi Bakanı
Abdül Settar Murad ile İslâm ülkelerinin işbirliği üzerine
konuşuyoruz.
Her iki bakanın ortak ifadesi değişmiyor; "ülkemiz böylesi
kaynaklara sahipken..." Bakanlara "Peki, ne yapmak gerek?" diye
soruyorum. Abdül Settar Murad, "OECD, Birleşmiş Milletler gibi
uluslararası kurumların İslâm ülkeleri için de var edilmesi" gereği
üzerinde duruyor.
Son derece yerinde bir görüş... Murad "sürdürülebilir kalkınma
için" diyor: "Barış ve uyum gerekir. Bunu sağlamak için bizlerin
artık bir araya gelerek inovatif fikirler üretme zorunluluğumuz
var." O halde soruyu panelden çıkartıp genelleştirelim, mademki
dünya 5'ten büyük, mademki elindeki potansiyele rağmen İslâm
ülkeleri bunlara erişmekte küresel çetelere tosluyor, o halde
bizler kendi uluslararası kurumlarımızı neden var edemiyoruz?
Aslında bu uyanış başladı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bütün
mesajlarında bu tema işlendiği gibi kulaklarda da yer etti.
Nitekim dış ülkelerde Türkiye'yi anlatırken gelen sorularda "bu
kültür coğrafyasının liderliği" noktasında bizi işaret
ediyorlar.