Ve hemen gidemedim / Ve artık gidemedim / Ve sonra hiç
gidemedim... Edip Cansever böyle diyor. Gitmesi gereken ne düşünür
bilinmez ama kalmaya heveslileri, şiirin devamında uyarmakta
gecikmez şair; "Kurtuluş'ta son durakta bir tramvay ölüsü sanki
ben; öylece kalakaldım..."
Eğer söz konusu ilişkiler ise, genelde, gidenin kaçak, kalanın
korkak olduğu yorumuna dek esneyen bir kavramdır; gitmeyi
bilmek...
Fakat gidilecek yeri değer üretmek üzerinden tanımlarsanız,
sistemin yorgunluğuna (entropi) varırsınız. Hele ki her şeyin hızla
değiştiği dünyada... Bazıları gitmeyi bilmemeyi, "geriye gitmenin
en hızlı yolu" diye tanımlar.
Aslında yönetişim de böyle tanımlıyor. Misal CHP gibi bir siyasi
parti olsun, STK veya şirket; tepe yönetimine gelip, başarı
göstermeden, bulunduğu yere kazık çakmayı; "kurumsal zaaf" diye
tanımlıyoruz.
Sisteme yeni düşünce ve taze eylemlerin giriş ve çıkışını tıkamak,
ölümcül hata sayılıyor. İlişki de böyle değil midir? Kangren olmuş
özel hayatlar gibi; ilişkiden kovulmuşsundur ama farkında
değilsindir.
Tecrübe? Bir yere kadar... Fakat nereye kadar? Geçmişte 30 yılda
oluşan tecrübeyi, bilişim çağında 3 yılda devşirebiliyorsun.
Üstelik tecrübe, dünden öğrenmektir ve yarına dair repertuarı
kıttır.
Gençleri eğitme? Öğretmenin iyisi, zamanı gelince kendini gereksiz
kılandır. Şayet sistemi tek kişiye bağımlı hale getirmişsen, ortada
sürdürülebilirlik sorunu var demektir.
Koltuğuna güç verenler, zamanı gelince gitmeyi bilenlerdir.
Koltuğundan güç alanların gitmeyi bilmesi güçtür zaten. Bu yüzden
hayattan gitmeyi bildiren ölüm var koltuktan gitmeyi bildiren yasa
var...
Edip Cansever ile yazıdan gitmeyi bileyim dedim; "Hepimiz
kalakaldık / Elimizde tetiği çekilmeyen / Namlusu yönsüz bir
tabanca gibi.../
Kılıçdaroğlu üzerine alınabilir.