Dövizdeki oynaklığı bahane edip imkânı olduğu halde borcunu
ödemeyen veya taahhüdünü yerine getirmeyenlere dair şikâyetler
çoğalıyor. Biliyoruz ki piyasa şartlarını bahane edip anlaşmalarını
çiğnemek, verdiği krediyi geri çağırmak veya benzeri "ahlak ve etik
dışı" davranışlar, bindiği dalı kesmektir.
İş dünyasındaki ilişkilerin evrensel kabul görmüş değerler
üzerinden yürümesini savunan iş etiği yaklaşımı var. Bizde de pek
çok kurum, uygulamasa dahi iş etiğini reddetmeyecek algı düzeyine
ulaştı. Zaten mayamızdaki ahilik, lonca gibi kurumlar, bir zamanlar
iş yapma kültürümüzün DNA'sıydı.
Fakat temel sorun, iş etiğinin "yavaşlattığı", etik olmayan
rakipler karşısında "rekabet dezavantajı" oluşturduğu ve "masraflı"
olduğu yargısıdır. Öyle ya bir yandan vergini ödeyecek, çalışanını
soymayacak ve müşterini kazıklamayacaksın.
Oysaki bunları yapmayan rakibinle, vahşi pazarda, fiyat rekabeti
yapacaksın. Kaba bir bakışla, etiğin bir külfet olduğu
söylenebilir. Nitekim böyle düşünenlerin sayısı hayli fazla ki iş
etiği bizde işlemiyor, yerleşemiyor.
Dinin de vicdanın da etik davranmayı, ahlaki ve toplumsal değerlere
saygıyı emretse bile, "rekabet şartları" gerekçesiyle "başkasında
güzel ama biz yapamayız" çıkmazına saplanıyoruz.
Bazı kurumlarımız iş etiğine dair çalışmalar yapmış olsa bile, zor
zamanlarda mesela kriz anlarında etik ve vicdan bir tarafa
atılabiliyor. Müşteriyi kandırmaktan, çalışanı istismara, devleti
dolandırmaya, ortağı batırmaya kadar gemi azıya alabiliyoruz.
Hele bakın ki enflasyonun bu düzeyi ve piyasaların gergin olduğu
ortamda, iş etiği ve "vicdanın" sözü edilmeyecek "zor zamanlar"
içinde olduğumuz iddiasında olanlarımızın sayısı artıyor.
Oysa biliyoruz ki serbest piyasa, kural tanımazlık boyutunda
serbesti ile kriz doğurur, vahşileşir ve çözdüğünden daha fazla
sorun çıkarır.