İster kuzeyden güneye, ister doğudan batıya ölçün; dünyanın
sayılı "orta yerinden" biri haline gelen İstanbul, herhangi bir
kentten çok daha fazlasıdır. Dar gövdeli uçaklarla dünyanın üçte
birine, geniş gövdelilerle gezegenin tamamına uçabildiğiniz nadir
lokasyonlardan biridir.
Türkiye için önemi, ekonominin üçte birinden fazlasının burada
üretilmesiyle başlar, finanstan sanata, üniversiteden teknolojiye
dek pek çok alanda devam eder.
Özetle İstanbul'da sorun varsa, ülke ekonomisinde de problem var
demektir.
Ulaşım, İstanbul'un karşı karşıya olduğu sorunların başında gelir
ve "trafik" bunun hissedilen adıdır.
Her gün 1-2 saatimizi öğüten bu trafik değirmeniyle baş
edebildiğimiz oranda İstanbul'u daha yaşanabilir kılmakla kalmıyor,
ekonomiyi de rahatlatıyoruz.
İstanbul'un trafiğinden söz açıldığında duyduğumuz ezber şuydu:
"Efendim zamanında demiryolu ve tünel yapılsaydı..." Bu ifade,
sorunu kendi sorumluluk alanının dışına ötelemekti ve trafikteki
"çaresizliği" bir sonraki nesle aktarmanın gerekçesi...
Ancak çaresizlik kader değil, tercih sorunuymuş meğer...
Mecidiyeköy'de metronun ilk fazı inşaatının 15 yıl tozu-toprağını
soludum zira evim oradaydı. Derken bir şekilde şeytanın bacağı
kırıldı ve bugün dünya metropollerine yakışan metro, tramvay, tünel
gibi modern unsurlar kent hayatına dahil oldu.
Trafik, ekonomidir aslında.
Tıkandığında ekonomiye etkisi, gayet nettir. Mesela İstanbul
coğrafyasındaki dünya kentlerinde, karayolu yanı sıra raylı
sistemler ve deniz yolu alternatifleri de eşit oranda
gelişiyor.
Yeni yapılacak olan 3 katlı Büyük İstanbul Tüneli, geçen yıllarda
açılan Haliç Geçişi, Avrasya Tüneli, Marmaray, 3'üncü Köprü, 3'üncü
Havaalanı, yapılacak olan Kanal İstanbul gibi yenilikçi sistemleri
kente kattıkça İstanbul'un rekabet gücü de artıyor. Peki, bu
tablonun ekonomiyle ilgisi ne?