Kadim kültürümüz der ki; "kem âlât ile kemâlât olmaz." Günümüz
Türkçesinde karşılığı; "sıradan aletlerle mükemmellik yakalanmaz."
Olsa olsa vasat yüceltilir, vasat gelir tuzağında patinaja devam
edilir…
Tezim şu; Cari açığı yönetme iddiamızın içine "akıl açığı" ve beyin
göçünü de katmanın zamanıdır. "Türkiye; gücü keşfet" marka ve
sloganımızı, sıra dışı beyinler için cazibe merkezi olma iddiasına
taşımak gerekir.
Krizlerin en temel özelliği; servete ve güce "el değiştirme"
yeteneğidir.
Ancak kriz sayesinde mevcut yapılar "kırılır" ve yeni dinamikler
hâkim olur.
Kuralı koyanlar ile kurala uyanlar yer değiştirebilir.
Büyük savaşın ardından Türkiye'ye gelen Alman beyinlerin
ülkemizdeki eserleri, hala parmakla gösterilecek eserleri
oluşturuyor. Benim okulum İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
örneği gibi... Sıkıntıdaki Avrupa'dan beyin göçü imkânı doğunca,
bunu iyi değerlendiren Türkiye, "kazanç" sağlamıştı. Nasa'dan Ay'a
yolculuğu dahi, Amerika'nın Almanya'dan ithal ettiği beyinler
sayesinde mümkün olmuştu.
50 yıl önce bizler "pazularımızı" ihraç ediyorduk.
Bugün 5 milyona yakın gurbetçimizin Avrupa'daki serencamı, bu
dinamiğe dayanıyor. Bugün Türkiye, birinci sınıf ekonomiler arasına
girme iddiasında. Kısaca ileri düzey beyin gücüne ihtiyaç duyacak
işlere soyunuyor.
Ancak sorun, eğitim sistemimizin bu ihtiyacı karşılayamamış
olmasıdır.
Ve Avrupa, hala küresel krizin durgunluk pençesinde... Buradaki
ileri düzey beyin gücü, pekâlâ ithal edilebilir. Fakat sorun, bunu
sağlayacak "cazibeyi" sunabilmekten geçiyor. Geçen hafta; "Türkiye,
tersine beyin göçüne hazır mı?" sorusunu sormuştum. Gelen cevaplar,
eldeki verilerle örtüşmüş ve şu sonuç çıkmıştı; "ne yazık ki
ülkemizdeki pek çok kurum, tersine beyin göçüne hazır değil."