Bizden 100 yıl sonraya, "zamanın ruhunu yansıtan" hangi eserleri
bırakıyor olacağız? Onlarca medeniyetin mekânı İstanbul'un
mimarisini inceleyecek torunlarımız acaba bizim için ne
düşünecek?
Goethe "mimari, donmuş musikidir" der. Fakat bizim dikedurduğumuz
bu yüksek binalardan tarihin çöplüğüne kalanlara bakınca, "ahenk
değil kakofoni, kuru gürültü" diyecekleri kesin.
Soru şudur: Ortada hayati zorunluluk yoksa binalarımızı tasarlarken
neden sadece arsasına oturacak kapalı alanı hesaplarız da semtiyle
uyumu düşünmez, kentin siluetine, tarihin mimari mirasıyla
bağdaşmasına bakmayız?
Eğer binayı "kâr maksimizasyonu" gailesiyle çalışan müteahhide
bırakırsan, ortaya bugünkü kakofonİstanbul çıkar. Müteahhidi
yüceltip mimarı aşağılayan tutumu terk etmedikçe de bu "kent
siluetsizliği" değişmez.
Hadi dün "erkendi" diyelim. Ama bugün? Daha nitelikli kentler
kurmak için bundan daha uygun fırsat olur mu? Dünya metropollerinin
başlıca dönüşüm çağları felaketlerin ardından gelmiştir. Büyük
Londra yangınında binlerce ev kül olmuş ve krallık, evsizlere başka
yerde konut sağlarken kentin dünya metropolüne dönüşmesi adımı
atılmıştı. 1666'dan bu yana hâlâ uygulanan yüksek kent standartları
şekillenmişti.
Mesela Paris 3. Napolyon dönemine dek, ortaçağ kalıntısı, çarpık
yolları olan ve pisliğin sokaklardan aktığı bir kent idi. Kedi
büyüklüğündeki fareleri, Parislileri tehdit eder hale gelmişti.
Veba salgını "doğal" kabul edilir, posta arabaları istedikleri
yerde durur, saatlerce caddeyi trafiğe kapatabilirdi.
Sağlık tehlikesi 3. Napolyon'u harekete geçirdi ve öncelikle kent
hijyen kılındı. Ardından vizyoner vali Baron Haussmann; "Paris,
yalnızca Parislilerin değildir" ilkesiyle bir dünya kenti kurmak
için kolları sıvadı. Geceler boyu çalışılarak ulaşılan yüksek
standartlar, bugün hâlâ korunduğu içindir ki bu kente gelen turist
sayısı onlarca ülkeden fazladır.
Benzer örnekleri dünyanın pek çok yerinden vermek mümkün. Anlatmak
istediğim, daha iyi bir kent kurmak için niyetler değişse de
harekete geçmek için genelde bir kırılma noktası
gerekliliğidir.
Depremden daha büyük kırılma noktası olur mu? Biz İstanbul'da bunu
yaşadık ama bu fırsatı değerlendiremedik. Fakat şimdi Cumhurbaşkanı
Erdoğan "yüksek binaya müsaade yok" diye müdahale etmek zorunda
kalıyor.
Aklı dışarıda bırakan hiçbir sistem, sürdürülebilir olamaz. Kentler
ve binalar da öyle... Daha fazla yer açmak için binayı yükselten
zihniyetin yeri itibar değil, tarihin çöplüğü olmalıdır. Mimari,
donmuş musikidir ve kenti de toplumu da bu kakofonik binalarla
çürütmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.