Önce iyi haberi verelim; günümüzde özellikle genç nesil
çiftçiler
arasında bilgi tarımınıbenimseyen, nitelikli tarıma
ilgi duyan insanlarımız var. Kötü haber ise toprağı bilgiyle
buluşturmadaki hızımız hala düşük… Kendine yeterlilik
özelliğimizi, 80'lerde kaybettik.
Çiftçiyi oy deposu olarak gören
anlayış, destekleme fiyatı ve mazot gibi
ezberler üzerinden tarıma destek verdiğini sandı.
Olan, tarımda dışa bağımlılık idi… Ne hatalar yaptık
neler? Vahşi sulama benzeri destekle milyar dolarlar
harcadık.
Bitlis'te ağıl için verdiğimiz krediyi Bodrum'da villa,
İstanbul'da düğün, Ankara'da dört çeker olarak gördük.
Sonra bölgesel teşvikler geldi, netice alamadık.
Tarımın "var" ve "yok" yılı olmasını, iklimin bize sunduğu
imkânlara hapsetmek, geçen yüzyılın yaklaşımıydı.
Bugün, planlanmış üretim, kestirilebilir rekolte
ve iklim risklerini azaltan yöntemler kullanılıyor.
Hal böyle olunca; kuraklığın yol açacağı hasar sınırlı
tutulabiliyor ve tarım
sektöründe sürdürülebilir gelir imkânı doğuyor.
Fakat tek sorun kuraklık mı? Ya da çiftçinin mazotu,
gübresi veya kredisi mi? Bana göre bunlardan daha derin
sorunumuz var ve artık bunu çözmemiz gerekiyor.
O da akıl kuraklığı dediğim yapıdır. Tarım yapılabilecek
ama parçalanma ve bölünmedendolayı iyice
küçülüp halı büyüklüğüne düşüp ekilemeyecek hale
gelen 2 milyon hektararazimiz var. Bu yüzden her
yıl 8 milyar liralık kayba uğruyoruz.
Büyük maliyetler ödeyerek tarımda gelişmeyi sağlamanın akılcı
yollarını son 10 yıldır geliştirebildik. Bunlardan bana göre
en önemlisi; arazi bütünleştirilmesidir.
Ancak bu sayede ölçek ekonomi kavramı zihnimizde yer etmeye
başladı. Ürün mirasla bölünsün ama toprak bütünlüğü
ile işletme kavramı yeşersin… Bir başka akılcı
adım, tarım sigortası, tohum ve damızlık
ıslahı girişimleri oldu.