Teknokent 10 yıldır popüler olan bir kavram. Teknoloji yoğun
işlerin bir araya getirildiği yerleri tanımlıyor. Halen 49
teknokent faaliyete ve bu sayı toplamda 63'ü bulacak.
Bunun yanı sıra çok sayıda girişimcilik ve kuluçka merkezimiz
bulunuyor. Buralarda öğrenciler ve akademisyenler teknolojiye
dayalı proje geliştiriyor, ticarileştiriyor, teşvik ve desteklerden
faydalanıyor.
Teoride, teknokent ve kuluçka merkezleri harika görünüyor. Ancak
hayat pratik üzerinden yürüdüğünden yıllardır bıkmadan usanmadan
desteklediğimiz bu kurumların verimi, varlık amacını gerçekten
karşılıyor mu?
İşini özenle yapan, verimli olanları bir yana bırakırsak, bu soruya
cevabım, ne yazık ki karşılamadığı yönündedir. Karşılamıyor diye
vazgeçecek değiliz fakat başarılı küresel örneklerinden neden geri
kaldıklarını sorgulamamız da şart.
Ülkemiz savaşta, başta savunma sanayimiz olmak üzere endüstrinin,
tarımın hatta hizmetlerin, bu merkezlerin çıktılarına ihtiyacı var.
Teknoloji yoğun üretime geçmek, ihracatımızın da dar boğazı...
İhracat kilogram fiyatını 1.5 $'dan 4 $'a çıkarabilmenin yolu,
buralardan geçiyorsa bu yollardaki taşları ayıklamak, dökülen
taraflarını toparlamak ve bir an önce daha nitelikli yapıya
kavuşturmak önceliğimiz olmalıdır.
Katma değeri yüksek üretim ve Ar-Ge için kurduk ama cari açığa çare
olmadıkları gibi başka şeye dönüştüler. Açık iyi bir şey değildir.
Aç ve açıkta olmayı çağrıştırır ki öyledir. Benim tanımım şu: Açık,
ihtiyacı karşılamama hali... Ayağa yetmeyen yorgan... Ya derin kuyu
veyahut kısa ip...
Bu yüzdendir ki ben cari açığı da bütçe açığını da "akıl açığıyla"
özdeş tutarım ve daha fazla aklın, sürdürülebilir çare olduğuna
inanırım.