İlk girişimin adı Devrim idi. Kimlerin infaz ettiğine
dair yığınca tezimiz oldu. Filmi de yapıldı. 3 adet prototipten
ikisi "benzin bitti" otopsi raporuyla defnedildi. Üçüncüsü
bugün Eskişehir Tülomsaş'ın müzesinde sergileniyor.
Sonuçta olmadı... O tarihte yola çıkan markaları, onlarca
milyon dolar ödeyerek ithal ediyoruz.
İkinci girişim özel sektörden geldi. İngiliz Reliand
firmasının tasarımıydı, Koç Holding ve Ford
ortaklığıyla 1966'nın son ayında üretime geçti.
Adını Anadol koyduk. Amblemi de Hitit geyikleriydi. 34yıl
içinde "böcek" gibi gençlere yönelik onlarca türevini de
geliştirdik.
Derken fiberglas gövdesini öküz, keçi, eşek yiyor diye
"medya infazı" geldi. Oysa o tarihlerde Anadol sınıfında
bu kaporta teknolojisi kullanılıyordu. Yerli markamız tutulmuş,
geliştirme yolunda hızla ilerlemiştik. Ancak "burada üretilmişi
var" diyenler,ikinci infazı gerçekleştirdi ve kamyonet modeli
de dâhil, 1991'de "sürdürülemezlik tarihimizin" karanlık
sayfalarında yerini aldı.
Yerli marka otomobil üretecek babayiğit arayışımıza ilk
cevap Otomobil Sanayicileri Derneği'nden geldi. Proje için 6 ay
zaman istediler ve süre sonunda, "neden ve nasıl üretemeyeceklerine
dair" 164 sayfalık raporla geri döndüler.
Vazgeçmedik ve 3'üncü girişimimiz
nihayet görücüye çıktı. Ancak işi bilsin bilmesin,
elindeki taşlarla lime lime edercesine yerli
marka otomobili infaz timleri kurduk. Toplumsal aşağılık
kompleksi de tavan yaptı nedense...
Biz Türkler araba yapamayız klişesi, temel duygu... Yerli
otomobil isteyenleri, küresel ekonomiyi bilmemek ve cehaletle
suçlayanlar türedi anında... Baştan sona özgün otomobil
çağı 100 yıl geride kaldı oysa.