Ağustos ayında yaşanan devasa kur saldırısına rağmen hayatta kalmayı başardık. Merkez Bankası’nın şok faiz artışı, beklentileri aşan Yeni Ekonomi Programı ve toplumun çeşitli kesimleri ile sağlanan uzlaşı sayesinde piyasa kuralları içinde kalarak krizi yönetebildik.
Atılan cesur adımların olumlu sonuçlarını görmeye başladık. Döviz şokunun tepe noktasında 7 seviyesini aşan Türk lirası 6 civarına geri döndü. Panik satışlar ile %23’ü zorlayan 10 yıllık devlet tahvili faizi %18 seviyesinin altına geriledi. MSCI Türkiye Eylül ayında %20 yükselişle en çok kazandıran gelişmekte olan borsa endeksi oldu.
Güvenin yeniden tesisi sayesinde vadesi gelen ilk yurtdışı banka borcunu %100’ün üzerinde bir oran ile çevirdik. Ekim ayında vadesi gelen diğer banka borçlanmalarının da %90-%100 bandında çevrilmesi bekleniyor. Ağustos ayının panik havasında borç çevirme oranlarının %70 seviyesine kadar gerileyebileceğinden endişe ediliyordu.
Ancak kazanılan başarının ekonomi üzerinde yıkıcı etkiler pahasına gerçekleştirildiği unutulmamalı. Merkez Bankası’nın %24 seviyesine çektiği politika faizi, %27 civarına yükselen mevduat faizleri ve %35’i aşan kredi faizleri ekonominin yılın 4. çeyreğinden itibaren sert iniş patikasına gireceğini gösteriyor.
Yurtdışındaki gelişmeler de küçülme patikasına giren Türkiye’yi desteklemekten çok uzak gözüküyor. Tırmanmaya devam eden ABD - Çin dış ticaret savaşları, İran’a olası yaptırımlar ile 90 dolara yükselmesi beklenen Brent petrol, enflasyondaki yükselişe paralel 2019 yılında %3’ü aşması beklenen Fed faizleri ve Ortadoğu’da tırmanan jeopolitik riskler Türkiye için zorlu bir konjonktüre işaret ediyor.
Gelişmekte olan piyasalara yönelik risk iştahının bozulduğu bir ortam yüksek faizlerin ve zayıf Türk lirasının uzun süre devam etmesini gerektiriyor. Olumsuz senaryoda, kur şokuyla zaten zayıflamış olan şirket bilançoları, yüksek faiz ve ekonomideki daralmanın baskısıyla bozularak finansal istikrarsızlık riski yaratabilir.