Önceki gece, bizi Ada- na’dan Ankara’ya getirecek olan uçağı
beklerken, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) mevcut
Başkanı Dr. Fuat Oktay’la sohbet ettik.
AFAD; Suriye iç savaşının, dolayısıyla Türkiye’nin Suriye
sığınmacılarla ilgili hikâyesinin başladığı günlerden bu yana en
çok duyduğumuz kurum isimlerinin başında geliyor.
Bizim devlet geleneğimizde alt kurumlar, “adı sayılıp geçilecekler”
kategorisinde muamele görmüştür hep.
Bir büyük haksızlıktır.
AFAD, Suriyeli sığınmacılar konusundaki işlevi, bugüne kadar
yaptıkları ve bundan sonra yapmak zorunda olduklarıyla, öyle adı
sayılıp geçilecek kurumlardan biri değil.
Organizasyon yeteneğini zaman içinde geliştirmiş, sonuç odaklı, yük
çeken bir kurum.
Başkan Oktay’ın, sığınmacılar ve kamplar meselesindeki yoğun
mesaisi nedeniyle kendisini görememekten yakınan ve ısrarla
yurtdışına gitmek isteyen kızıyla ilgili olarak anlattığını
aktarmak istiyorum.
Oktay’ın kızı üniversitede sosyoloji okuyor. Başkan, kızına, “Seni
yurtdışına göndereceğim ama orada kimin kızı olduğunu
söylemeyeceksin, ihtiyaçlarını tamamen kendin karşılayacaksın”
diyor.
Kızını, “yurtdışı” olarak Türkiye’deki sığınmacı kamplarından
birine gönderiyor.
Genç sosyolog adayı, o kampta vakit geçiriyor, izliyor, inceliyor,
babasını görememesinin nedenini anlıyor.
Bu tecrübeden sonra babasına, sığınmacılar için yapılanlardan ne
kadar etkilendiğini anlatıyor.
Şimdiki talebi kampların birinde staj yapmak.
Pencereden sarkan küçük ayaklar
Bir grup meslektaşımla birlikte ben de önceki günün bir bölümünü o
kamplardan biri olan Kilis’teki Öncüpınar Konteyner Kenti’nde
geçirdim.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın inceleme ziyareti ile
Mersin’den Yemen’e insani yardım ulaştıran geminin yolcu edilmesi
törenine eşlik ettim.
Akdoğan’ın, sınırın Suriye tarafında sivil bir insani kuşak
oluşturulması gerektiği, yeni bir göç dalgasının bu kez Avrupa’yı
da vuracağı yolundaki değerlendirmelerini dün paylaşmıştım.
Ankara’ya işine geldiğinde “Kapıyı aç,” gelmediğinde “Kapat” diyen
tuzu kuru batıya verdiği, “Kimsenin kapıcısı, bakıcısı değiliz”
yanıtı da dün kamuoyuna yansıdı.
Kamp hayatı deyince, ateş etrafında country müzik çalma
fırsatından, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in son dönemde
diğerlerinden ayrılan duyarlılığına kadar geniş bir yelpazede
konumlanan batının damdan düşenleri anlama konusunda bizzat sınav
vermesi gerekiyor.
Öncüpınar’da; bir başka memlekette 12 metrekareye razı hayatları,
30 cm’lik pencereyi balkon yapıp ayağını sarkıtmış kara gözlü
çocukları, İstiklal Marşı’nı ne kadar yüksek sesle okursa o kadar
göze gireceğine inanmış İdlibli evlatları görmeleri, dinlemeleri,
hissetmeleri gerekiyor.
Bu kuşaktır ki 20 yıl sonra sadece Türkiye-Suriye ilişkilerini
belirlemeyecek; Türkiye Cumhuriyeti’nin kendilerine sunduklarıyla,
başkalarının sunmadıklarıyla, biriktirdikleriyle, anlattıklarıyla
bir dönemi tarihe kaydedecekler.
Yardımdan entegrasyona
Yalın gerçek istitastiklerde.
Türkiye’ye, 2011 Mayıs’ında 252 kişiyle başlayan sığınmacı göçünde
son rakam 3 milyona dayanmış durumda.
Şanlıurfa’da 378 bin, Hatay’da 364 bin, İstanbul’da 357 bin,
Gaziantep’te 325 bin, Adana’da 135 bin, İzmir’de 83 bin, Ankara’da
51 bin Suriyeli yaşıyor.
>İstatistiklere göre bu insanların yüzde 70’i herhalükârda
ülkelerine dönmek istemiyor.
Yüzde 20’sini başka ülkelere gitmiş kabul etsek bile yüzde 50’lik
bir blok hayatının sonuna kadar Türkiyeli oldu bile.
Halihazırda Rusya-Esad rejimi ittifakının Halep coğrafyası özelinde
yarattığı baskı ikinci büyük dalgayı tetikledi.
Ankara bu dalgaya karşı önlemlerini alıyor. Önceki gün Öncüpınar’da
gördüğümüz, boş tutulan ve iki katlı evlerden oluşan konteyner kent
bölgesi bunun işaretlerinden biri.
Hayata 10-0 yenik başlamış, eğitim imkânına Türkiye’de kavuşmuş,
700 bin öğrenim çağına ulaşmış çocuğun sorumluğu da Türkiye’nin
omuzlarında.
/>Sığınmacıların 400 bini yakın zamana kadar kayıtsız
çalışıyordu.
Barınma, sağlık, eğitim, iş derken asıl mesele entegrasyon.