Suriye’de ABD ile Rusya karşı karşıya gelmiş, ABD, Rakka’ya
müdahaleyi bahane ederek YPG’yi silahlandırmışken, diğer tarafta,
Irak’ın kuzeyinde, Türkiye’nin ve Irak hükümetinin karşı çıkmasına
rağmen bağımsızlık referandumu yapılıyor.
AB ile ilişkilerde yeni bir faza geçilip geçilmeyeceği, OHAL,
KHK’lar, PKK’nın saldırıları, şehit cenazeleri, CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşü, tutuklu milletvekilleri,
Türkiye’nin geçtiği yeni sistem gibi tartışmalar da bir yandan
sürüyor.
İçeride ve dışarıda meselelerin her biri çok önemli, her biri
Türkiye’nin geleceğini yakından ilgilendiriyor.
Ancak bütün bu başlıkların yanında, hayatımızda son dönemde, bir
başka son dakika başlığı daha hiç eksik olmuyor.
Metrobüste kadına saldırı, dolmuşta kadına saldırı, parkta kadına
saldırı.
Üstelik bu başlıkların devamını takip etmek çok kolay değil.
Saldırgan serbest bırakıldı, savcılık yeniden yakalanmasını istedi,
bir kez daha serbest kaldı, bir kez daha itiraz edildi.
Sonucunun neye bağlandığını bilmeden, bir sonraki olay
yaşanıyor.
Diğer meselelerin yanında daha küçük bir sorun gibi gözükse de hem
toplumsal yaşama yönelik teması hem de kutuplaştırıcı etkisi
nedeniyle hepimizi yakından ilgilendiren bir başlık.
Bütün ülkelerde benzer olaylar, nefret suçları kapsamına
girebilecek saldırılar, toplum kesimlerinin birbirlerinin
yaşamlarına yönelik müdahaleleri elbette yaşanıyor ancak ne hukuki
ve sosyolojik tartışmalar bu boyutta ilerliyor, ne de sonuçları bu
kadar kutuplaştırıcı oluyor.
Anımsayalım;
İstanbul’da otobüste tanımadığı bir adamdan tekme yiyen hemşire,
metrobüste tacize uğrayan ve uyarıda bulununca tekmeyle dışarıya
itilen bir başka kadın.
Manisa Turgutlu’da parkta spor yaparken saldırıya uğrayan hamile
kadın, son olarak Pendik’te şort giydiği için saldırıya uğrayan
genç kadın.
Çok tartışılan bu olaylara Diyarbakır’da sokakta saldırıya uğrayan
çiftten, dondurma yiyen çocuklara yönelik müdahaleye kadar birçok
olay eklenebilir.
Sosyal medyaya yansımasından hemen sonra bir infial yaşanıyor.
Sonrasında savcılıklar harekete geçiyor.
Yapılan işlem, çoğunlukla, “darp” ve “hakaret” suçundan.
Oysa o sırada, sosyal medya üzerinden, “yaşam tarzına müdahale” ya
da “toplum değerlerine saygı” adı altında bolca nefret suçunun
işlendiği tartışmalar başlıyor.
Bu tartışmaların sokağa uzanmasına ramak kalıyor, bazen de bir
başka olay bu birikim üzerine yaşanıyor.
Tepki artınca, serbest bırakılan saldırganlar yeniden yakalanıyor,
yeniden bırakılıyor.
Mağdurlara bakıyorsunuz; aralarında hamile kadın da var başörtülü
kadın da. Üniversite öğrencisi genç kız da var, çocuklar da.
Bütün bunlar, çok kültürün bir arada yüzyıllardır yaşadığı bir
coğrafyada meydana geliyor.
Mayasında bütün kültürlerin birbirine saygı göstermesi gerektiği
felsefesinin bulunduğu bir coğrafyada.
Ancak “saygı” kavramını, farklı açılardan ele aldığınızda olayların
boyutu, rengi değişiyor.
Sokakta açlar varken bir şey yenilmemesi gerektiği öğretilen
çocuklara dini referans alarak müdahale ettiğinizde, “saygı”
beklentisi bir başka boyuta taşınmış oluyor.
“Ben görmek zorunda mıyım?” diyerek kadınların kılık kıyafetine
karıştığınızda, aksi düşüncedekinin de görmek istemediklerine
saldırı hakkı doğuyor.