Türkiye, 1990’lı yılların tarihe her bir bölümü ayrı not düşülecek askeri, siyasi dönemlerinden sonra yeni çağa nefes nefese girdi.
28 Şubat’la devrilen iktidarın içinden çıkan yeni bir siyasi hareketin iktidar olması, AB macerası için atılan büyük adımlar, büyük reformlar, alışılmadık projeler.
Bütün bunlar olurken operasyonlar, katliamlar, iktidar hareketinin içinde gelişen akımlar, iktidarın tavrına yönelik tartışmalar, bürokrasideki karmaşa, e-muhtıralar, yargının yarattığı büyük sorunlar hiç eksik olmadı.
2015’ten dönüp geriye baktığımızda yine her biri ayrı bilimsel araştırma konusu olabilecek aydınlık ve karanlık günleri yaşadığımızı görüyoruz.
Bir yanıyla ileriye doğru bakan toplumun zemininde ise altının kalınca çizilmesi gereken bir duygu var; yorgunluk.
Belki bu yüzden bir ülkenin siyasi gündeminde bu denli tartışılması çok normal olmayan hoşgörü ve huzur gibi kavramlar bu kadar yüksek sesle yer buluyor.
Endişeler, bitmeyen, “geriye kalan yüzde 51” tartışmaları, terör, özgürlükler ve güvenlikler dengesinin ülke dengesi üzerindeki büyük ağırlığı.
Partisi 1 Kasım seçiminden büyük zaferle çıkan Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bu tabloyu okuyabildiğine kuşku yok.
7 Haziran’dan sonra yaşanan, kendi deyimiyle, “fetret devri”nde, bütün olumlu yanları bırakıp,Ak Parti ile ilgili negatif algıya yol açan başlıklar üzerinde yoğunlaştığını seçim sürecinde gördük.
Bunun etkisi 1 Kasım’dan hemen sonra hissedilmeye de başlandı.
Başbakan’ın önceki gün yaptığı konuşmadaki bir bölümün altını çizmekte fayda var:
“Biz alternatifler üzerine siyaset yapmayız.