Terör söz konusu ise, sokaktaki insanın “Bir sonraki ne zaman olur, kim yapar” gibi akıl yürütmelerinin hiç biri, hiç bir zaman işe yaramaz.
Bu gerçeğin en acı örneklerinden birini dün Ankara’da yaşadık milletçe.
Yabancı ajansların “Ankara’nın göbeğinde kaos” diye duyurduğu bir manzaraya uyandık.
Olayı duyar duymaz ben de Gar’a koşan gazetecilerden biriyim.
İlk gördüğüm, yaralıları barış sloganları yazılı pankartları sedye yaparak taşıyanlar yeterli olmayınca sırtlayıp ambulanslara götürenlerdi.
Üzerlerindeki giysilerde, konusu barış olan yasal bir mitinge katılma “cesaretini” gösterenlerin kanı, dokusu; yüzlerinde olayın dehşeti vardı.
Bütün renkleri bordoya dönüştüren bir tablonun içinden koşup koşup yanımdan geçiyorlardı.
Herhalde en unutulmayacak ses çocuklarını arayanların çığlığıdır dünkü gibi.
Çocuklarını, eşlerini, kardeşlerini...
Böyle bir ülkede yaşıyoruz işte.
“Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir Türk bilim adamı Nobel’i aldı” diye başlayan cümleye sevinemeden, cumhuriyet tarihinin en kanlı terör olayıyla yıkılıyoruz.