15 Temmuz darbe girişiminin çıktıları içinde ülke olarak geleceğe dair kaygılanmamız gerekenlerin başında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) aldığı ağır hasar geliyor.
Darbe girişiminde bulunan güç, TSK’yı manivela olarak kullanmış, darbe gecesi TSK üniformasıyla dehşet saçmış, “Tuz da koktu” dedirtmiştir.
Türkiye, içeriden neredeyse yarı yarıya ele geçirilmiş, bütün kalelerine girilmiş bir TSK manzarasıyla karşı karşıya.
Devletin varoluş araçlarından birini oluşturan Silahlı Kuvvetler’in 15 Temmuz’dan itibaren bir bütün olarak değerlendirilmesi tuzağına ister istemez düşülmüştür.
Vatansever TSK mensupları, tankın önüne demokrasi bilinciyle yatan sivil vatandaşın kahramanlığına karşı, “O vatandaşa namlusunu çevirecek kadar milletine düşman asker” genellemesinin içinde debelenmekte.
Bu durum sadece moral-motivasyonu bozmamış, emir-komuta zincirinin esasını oluşturan disiplin konusunda acilen toparlanması gereken bir bunalım yaratmıştır.
Bütün bunların ötesinde, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve daha nice davaların ağır travmasını yeni yeni atlatmaya başlarken, üzerinden bu kez de FETÖ tankı geçmiş bir TSK’dan söz ediyoruz.
Hasarın iki sonucu
Bu hasarın hiç istenmeyen iki temel sonucu var.
Birincisi; bir vatanı vatan, bir toplumu millet yapan kenetleyici değerlerle ilgili.
Bunun özeti; Peygamber ocağı olarak gördüğümüz, evlatlarımızı davul-zurnayla yolladığımız, “Ya şehit ol ya gazi” diye teslim ettiğimiz Silahlı Kuvvetler’e bakışın yeniden tepetaklak olmasıdır.
İkincisi; PKK’sıyla, DAİŞ’iyle, FETÖ’süyle güvenlik ihtiyacımızın tavan yaptığı, asker-polis-istihbarat organizasyonunun mükemmel işlemesi gereken bir dönemde TSK’nın içine dönmek zorunda bırakılmasıdır.
Olan olduğuna göre, TSK’daki bu hasarın en kısa sürede tamir edilmesi şart.
Bunun için bir yandan yargısal, diğer yandan yapısal kararlar yoluyla kollar sıvanmış durumda.