Güney-doğu’da Silopi, Sur ve Cizre merkezli olarak başlayan, kritik başka ilçelerde süreceği anlaşılan iç güvenlik operasyonlarına ilişkin tartışmalar çok yönlü olarak sürüyor.
Çapı ve sahadaki organizasyon biçimi açısından cumhuriyet
tarihinde görülmemiş bir operasyona tanık olduk, oluyoruz.
Bu çerçevede son dönemde gündemde olan ve “askere yasal zırh”
olarak özetlenen bir konu üzerinden de tartışma yürüyor.
Son birkaç gündür Kürt meselesi ve terörle mücadeleye kafa yoran
kalemlerin köşe yazılarına negatif yanıyla konu olan bir meseleden
söz ediyoruz.
Çünkü Türkiye’nin bir beyaz Toros hafızası var. 90’lar deneyimi
var. Kendini kanunların üzerinde sayan yapıların, konjonktürden
yararlanarak açtığı derin yaralar hala sarılabilmiş değil.
Sözünü ettiğim köşe yazılarında bunlar hatırlatılıyor. Konu;
demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve kırılan bir
vesayetin hortlatılması riski üzerinden ele alınıyor.
Ben, meselenin operasyonal ve teknik boyutu üzerinden, askerin
meramının ne olduğu, hükümetin ne yapmak istediği konusunda
güvenilir kaynaklardan edindiğim son bilgileri madde madde
paylaşmak istiyorum.
- Asker, meselenin “terör zırhı, yasal zırh” gibi bir tanımlama
üzerinden tartışılmasından rahatsız. Anayasa, ilgili yasalar ve iç
hizmet yasasına bağlı olarak hareket eden, verilen görevi yerine
getiren Türk Silahlı Kuvvetleri, (TSK) suç işleme özgürlüğü gibi
bir algı yaratmaya dönük tanımlamalardan büyük rahatsızlık
duyuyor.
- Asker; polisin ve jandarmayla koordineli bir mücadeleyle sonuç
alınabileceğinin anlaşılması üzerine sahaya çağırıldı. Ancak, 5442
sayılı İl İdaresi Kanunu’nun kapsamının bu çapta bir mücadeleye
cevaz veren bir kanun olmadığı belirtiliyor. Kanunun sahada
mücadele eden askerin karşılaştığı, karşılayacağı, yüz yüze
kalacağı sorunları çözemeyeceği savunuluyor. 5442 sayılı kanun;
toplumsal olaylara, asayiş olaylarına müdahalenin çerçevesini
belirliyor. Ancak asker teröristle mücadele ediyor.