Yaratıcımız, yaşatıcımız ve yöneticimiz Allah’ımıza (cc) hamd, başöğretmenimiz, önderimiz, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a) Efendimize, tüm Peygamberlerimize, izinden gidenlere, Ehl-i Beyt’ine, ashabına, canımız ana ve babamıza, mü’min kardeşlerimize ve Allah’ın (c.c) ilke ve inkılabı İslam’a tabi olanlara salat ve selam olsun..
İnsanoğlu; ister hak ve ister batıl olsun, hangi cephede bulunursa bulunsun, ne işle meşgul olursa olsun emek verdiği şey her ne ise muvaffakiyeti arzu eder ve mağlubiyeti temenni etmez, aklına dahi getirmek istemez!
Devlet-i Ali Osman’ın zevale uğrayıp tarih sahnesini terk ettiği günden bugüne millet ve Ümmet-i Muhammed olarak başarıya, muvaffak olmaya susamış bir halde, bulunduğumuz mağlubiyet, yenilgi ve karanlık dehlizlerinden kurtulmak için bir ümit ışığı arar olmuştuk!
Halbu ki biz; Hatem-ul Enbiya, alemlere rahmet, son nebi, son peygamber, izinden gitmekten şeref duyduğum, önderim ve tek liderim Hz. Muhammed’in (sav) ahir zaman ümmeti olarak seçkin hasletlere sahip değil miydik?
Ve Alemlerin Yaratıcısı, Yaşatıcısı ve Yöneticisi olan Allah-u Azimuşşan bizim elimizle zalimlerden intikam almak istemiyor muydu?
Peki, ne oluyordu ve nasıl oluyordu da hep biz fakirdik, sömürülüyorduk ve neden hep biz ölüyorduk?