Dün 28 Şubat'tı.
"Birinci Tehlike"olarak ilan ettikleri halka, "Topyekun Savaş" ilan ettikleri karanlık bir geçitti 28 Şubat. İnanca, insan onuruna, değerlere, dini, milli, yerli olana karşı sistemli bir şekilde açılmış imha sürecinin ismiydi 28 Şubat...
Aslında bakarsanız son yüzyıllık Türkiye Siyasi Tarihi diyeceğimiz şey, zaten çok açık şekliyle bir darbeler/ cuntalar tarihidir. "Cumhuriyeti koruma ve kollama görevi" verilmiş teyakkuz halindeki Silahlı Kuvvetler'in yönetime zaman zaman el koymasıydı 28 Şubata kadar yaşadıklarımız. Oysa 28 Şubat'ta, Silahlı Kuvvetler'in sürekli ve kesintisiz bir vesayetle bizzat yönetime geçmesiydi söz konusu olan. İşte bu vesayet bilgisi, 28 Şubat'ta, aslen sivil mahiyette olması gereken bileşenleriyle arzı endam etmiştir ki; medyayı, akedemiyi, yüksek yargıyı, sendikaları da vesayetinin aparatı haline çevirmiştir...
Bunlar, 15 Temmuz'da rezilliklerini taçlandıracak mahiyette bir kalkışmaya teşebbüs ettiler. Milletçe hep birlikte geri püskürtüldü Allaha şükür. Geçen gün Zeytinburnu'ndaki bir toplantımızda 15 Temmuz şehitlerimizden Prof. İlhan Varank'ın eşi ve ablasıyla birlikteydik. Bu iki kadının dimdik duruşu ve pak alınları, ayrıca yazmaya ve hatırlanmaya layıktır. Lakin o gün de sorduğum soruyu tekrarlayayım: 15 Temmuz'daki Şehitlerimiz bu aziz duruşun, yakınlarıysa bu onurlu kararlılığın dersini nereden almışlardı acaba...
15 Temmuz'u iyi anlamak ve devamlılığını buradan kurmak zorundayız... Zira 15 Temmuz direnişine gelinceye kadar çok ağır bedeller ödedi bu toplum. Bu millet, defalarca kurşunlandı, defalarca darağaçlarında sallandırıldı. 60 darbesi, 80 darbesi, 28 şubat süreçleriyle aşınan ağır yolun sabırlı hikayesidir bizleri 15 Temmuz direniş şuurunda birleştiren...