Hafta içi UETD/Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin konuğu olarak Almanya ve Fransa’daki yurttaşlarımızla birlikteydik. “Yurttaş” kelimesi kalbimdeki karşılık değil tam olarak. Resmi bir görevim ünvanım yok; Almanya’daki ve Fransa’daki kardeşlerimizle birlikteydikdemek belki daha doğrudur benim için... Lakin “kardeş”ifadesi de profesyonel dünyanın istihaza ile baktığı bir ifade. İşin içine gurbet girince, işin içine hasret girince, kelimeler kifayetsiz kalıyor...
Öte yandan 1968’den itibaren işçi işveren sözleşmeleri eşliğinde kayda geçen Avrupa’ya göç hadisemiz, kendi içinde yeknesak değil zaten. 80’lerde askeri darbeden kaçanlar, 90’lardaki Kürt göçleri, 97 sonrası 28 Şubat yasakları ve mütedeyyin kesimin göçü, 2000’lerden itibarense yükseköğrenim profilleriyle Avrupa’ya yansıyan nüfus hareketlerimiz ve sosyolojik sonuçları değişkenlik ve çeşitlilik arz ediyor.
Biz değişirken ve çeşitlenirken, göç ettiğimiz Avrupa, yerinde ve yeknesak mı kalıyor.Batı siyasetlerinde artan İslamofobia’ya karşın, yeni Avrupa, genç İslam profilleriyle yabana atılmayacak yeni bir sosyolojiye gidiyor... Göçmenlerdeki 3. kuşak ve sonrasında yaşanan değişimler, Avrupa’nın belki henüz siyasi arenaya tam olarak yansımayan bu yeni yüzü ile kesişiyor. Eskiden bir tek kelime Almanca öğrenmeden memlekete dönmeye azmetmiş büyükannelerimizin yerini, şimdilerde meslek/kariyer sahibi, yaşadığı toplum hakkında katılımcı vatandaşlık bilinci açık, kendine güvenli kadınlar alıyor mesela.
Bu sadece bizim diasporamız hakkında bir sonuç değil, Avrupa’nın da yeni yüzü, Avrupa’ya eklemlenen Batı dışı modernitelere örnek bir alan, zaman içinde Batı dışılığı iyice törpülenecek bir merkezçek yürüyüş.