Prof. Richard Falk’un AK Parti’deki son yönetsel değişimi değerlendiren makalesini okuyunca, yukarıdaki soru bir kez daha güncellendi. Baştan söyleyeyim ben AK Parti’nin “İslamcı düşünce” veya “siyasal İslam” olarak işaretlenmesini doğru bulmuyorum. En başından misyonunu “muhafazakar demokrasi” olarak belirlemiş, “serbest piyasa”, “AB Kriterleri” demiş bir parti. “Zaten AK Parti kurulurken, Milli Görüş gömleği çıkartılmıştı” diyenler var. Halbuki Milli Görüş hareketini “siyasal İslam” olarak kabul etmek de tıpkı AK Parti’yi siyasal İslam olarak kabul etmek kadar sorunludur, bunu eskilerde epey tartışmıştık. Yasin Aktay’ın koordine ettiği (fasikül olarak yayımlanmıştı) geniş İslamcılık tartışmasında, İslamcı düşüncenin motoru olan yazar ve düşünürlerin kahir ekseriyeti, Milli Görüş’ü adı üstünde milli ve devlete talip, resmi siyasetin bir parçası olarak görüyordu. 90’larda İslamcı Hareket ve Düşüncenin en bariz vasfı olarak telaffuz edilen şey; devletle, devletçilikle olan mesafeydi. Bunda, devletin Müslüman kimliğine karşı takındığı rijit baskıcılığın birikmiş kötü hatıraları olduğu kesin. Ama o dönemde mesela Alev Erkilet’in İslamcı düşünceyi tanımlarken getirdiği “ulusçuluk eleştirisi”, “antiemperyal” vurgu ve İktibas, Ekin, Pınar çevrelerinin kuvvetle altını çizdiği “tevhid” ve “ümmet” tezleri de etkindi. Bir diğer hususu da ben ekleyeyim münevverlerimizin hiçbiri henüz reel politik tecrübe içinde değildi o dönemde. Sonra başka bir şey oldu. Milli Görüş’ü İslamcı Hareket veya Siyasal İslam olarak bulmayan İslamcılar, AK Parti ile birlikte siyaset sahasına geçtiler. İslami Hareket’te düşünceyi sürdürecek, tartışmaları yenileyecek, beyin fırtınalarını estirecek, devlet/resmiyet dışı insan kalmadı nerdeyse. Şimdi hiçbir şey yaşanmamış gibi; Prof. Davutoğlu ile Başbakan Yıldırım arasındaki halef selef ilişkisini “davayı bıraktılar, kitleselleşmeye geçtiler” veya “siyasal İslam iflas bayrağını çekti” şeklinde değerlendirmelere gitmek, kof bir genellemeden ibaret.