Üstad Mustafa Kutlu’nun son kitabı.
Bizim ruhumuzda iyiliğe has derin inanç, ancak
sonsuzlukla buluyor ifadesini. İyilik değerli olduğu kadar
evladiyeliktir de. Yani şimdiki zamanda işlenen bir eylem
olduğu halde, iyilik, geleceği de kurma gücünü haizdir bizim medeni
bakışımızda...
Bu hal, sadece Anadolu’ya has da değildir, Şark baştan başa iyilik, fedakarlık menkıbeleri üzerinden var eder kendini. İyilik niçin değerlidir?
“Doğu” dendiğinde mağlubiyetlerle yazılmış tarihin bir tür bahanesi midir bu? Batı karşısında mütemadiyen yenilenlerin savunması mıdır iyilik? Çektiğimiz acıların uyuşturulması, yenilgilerin dine benzeyen miskinliklerle savuşturulması mıdır bu hal? İyilik neden iyidir...
Buna benzer başlıklarla ciddi eleştiri de almıştır ‘’iyilik’’ ve “ölümsüzlük” kavramları. Mao’nun bıçkın halkçı itirazlarında ‘’kutsalın afyon etkisi’’ yaptığı ve halkları esarete boyun eğen kaderci kitleler haline dönüştürdüğü izlenimi, pek de yabana atılacak bir tespit değildir...
Hayatın içindeki dinamik, aktif, diri iyilik var bir de... Ne değerli hat levhaları gibi duvarlara asılarak barok rokoko bir çabayla hayatın üstüne çıkartılmış, ne de modası geçti diyerek nihilist bir ziyankarlıkla hayatın dışına atılmış bir şeyden söz etmiyoruz. Yaşamın hemen her anında, ritme yayılmış hatta ritmin kendisi olmuş, ritimle hemhal bir iyilik...
***
Tarkovski’nin “zaman zaman içinde” başlığıyla yayımlanan güncesine epilogda niçin “şehitler bilimi” adını verdiğini bilmez pek çoğu. Tanpınar ve Beyatlı buna “melal” diyorlar. Üçü de tamamlayamamış bu kavramsallaştırmayı gerçi, ama yakınlaştırmışlar biz okuyucuları nasiplerince... Aslında nasibimizce. Geçenlerde şehadetten söz ederken “hayatın kenarlarında dolaşmak”tan bahsetti bir yakınım. Ölüm ve ölümsüzlük arasındaki ince pervazda yürümek faslından düşünülürse, şehadet bir sonuç olduğundan ziyade, belki tarz-ı hayat, aşk hasreti, yakına has melal, tenhadaki velayet... Büyük sözler kurmak gereksiz ama yaklaşabilmek de ancak kelimelerle oluyor, takdir edersiniz ki kelime yaralanmadır... Buna sabredecek gücümüz var mı...