Diyarbekir dendiğinde, ‘’kayyım’’ günceliyle kuruluyor son günlerdeki tüm cümleler. Oysa “kayyım”a hangi ağır süreçlerden gelindiğini hepimiz biliyoruz. Gözlerimizin önünde, iliği kemiği şiddetle ve terörle sömürülmüş bir şehrimizdir Diyarbekir... Derin bir ‘’ahh’’tır vicdanlardan yükselen... Heba edilmiş emek, yaşama dair sarfınazar edilmiş umut, hayatı kurşun tehditiyle hayatsızlığa esir edilmiş bir şehirdir Diyarbekir...
Kayyım atanmasının halk iradesine karşı bir iş olduğunu söyleyen HDPli politikacılar, başta kendi yörelerinde onlara oylarıyla destek olmuş seçmenlerine olmak üzere, tüm topluma, hepimize, şiddet, baskı, zulüm ve terörden başka ne getirdiler?
Özellikle yerel yöneticiler Diyarbakır’da bir türlü ‘’şehremanet’’ olmayı bilemediler. Mega ütopyaları gözlerini öylesine kör etmişti ki, siyaseti halka hizmet imkanı değil, halkı ve kamusal olanı işgal gururu olarak gördüler. Kendilerine siyaseten verilmiş destek oylarını, güveni, umudu, hatta hayali, perişan kıldılar, berhava ettiler, şiddete, kaosa, kavgaya, katliama tahvil eylediler...
***
Ama kadın başkadır. Anne başkadır. En ağır koşullarda, yasların, hüzünlerin, yıkımların arasından başını kaldırarak, kollarını sıvayarak, doğrulup dikilmesini bilen sabırlı gücüdür hayatın. Kaderin kıdemli bir saati gibi çalışır annelerin yürekleri ve nasır tutmuş elleri... Kadınlar ve anneler, koptuğu yerden yeniden bağlar hayatı, incelip epridiği yeri hayat ipinin, yeniden örüp düğümler, sıkıca bitiştirir... Mukavemettir bu. Kadınlığa ve Anneliğe has, savunma gücü, savunma sanatıdır...