18 Mayıs günü yaklaştıkça Tatarlar'ın çekik gözleri kan çanağına dönüyor. 1944'teki Sovyet zulmüyle yaşanan feci sürgün ve bir gecede evlerinden yurtlarından sökülerek çıkartılan Tatarların yeryüzüne dağıtılış hicranı...
''Kar değil kan yağar göklerinden'' diyor ya Tatar türküsünde, 400 bin can, bir gecede sürgüne mahkum edilmişti. Yollarda sersebil ziyan olmuşlardı. Sürgünlerin yarısı herhangi bir menzile, durağa varamadan kaybetmişti hayatını... Üstüste sokuldukları vagonlardan cesetler sarkıyordu, gemiler, sallar bile onları taşımaya yetmiyordu... 1944, Kırım'ın tarih içinde tekerrür ederek maruz kaldığı soykırımlardan sadece birisiydi.
Akgül Teyze, Kırım'dan sürülüp de Adapazarına vardığında 4 yaşlarındaymış, ablasının elini sıkı sıkı tutarmış. Babası Kırım'dan çıkarlarken, annesi, teyzeleri ise yolda can vermiş. 8 Yaşlarındaki ablasıyla buncağız kalmış geriye. Yersiz yurtsuz, kimsesiz, konu komşuyla tamamlamışlar göçlerini, sonra da dayılarına sığınmışlar. Akgül Teyze, vefat edinceye kadar gözlerini yummuş, denize bakmamış hiç. Sırtını dönmüş, torunları onu deniz kıyısına götürdüğünde. Ağzına balık koymazmış hiç; ''sallardan sandallardan insanlar kayıp gitti, denizlerde boğuldu'' dermiş... ''Karadeniz bizim kabristanımızdır'' diye söylenirmiş... 75 yaşında vefat etmezden evvel, geceleri odalarda, yatak altlarında, gardroplarda, buzdolabında, kapı arkalarında hala annesini arayan bir küçük kızdı Akgül Teyze. Elmas, mücevher, para, pul kalmadı ondan geri... Mushaf ve gözlüğünün durduğu çekmeceden, bükülü küçük bir urgan yumağı, çakısı, çakmağı, mumu kaldı yadigar... Bunlar için ''bir sürgünün saplantıları'' diyebilirsiniz. Bunlar zorunlu yolluktur sürgünler için ve pek çoğu bunun dördünü bir araya getirmeden çıkartılırlar yollara...