Bahar bitti...
Saat saat, yine yaklaşıyor kış. Bizimse kartopu resimleridir, kış dendiğinde, kuştüyü yataklarımızda bildiğimiz. Kışın üstümüze üstümüze gelmesinden biz de sorumluyuz oysa... Karlı bir gece vakti, bizi uyandıracak son arkadaşlarımız da yitip gitmişse, kışın böylece gelip bizi örtmesinden, uyutmasından, biz de sorumluyuz arkadaş...
Saat saat, yine yaklaşıyor kış.
Dünyadaki muktedirlerse, bunu hiç anlamıyor, hiç...
Nedir bu çarkıfeleğin döndükçe kanaması, kanatması diyarlarımızı...
Ya esaret, Ya bombardıman... Dikenli tellerle çevrili mülteci kampları, çocuklar, kadınlar, beli bükük ihtiyarlar, göç denkleri, ricat, kaçış, savruluş, havaya uçmuş tarih, kayıp başkentler, metruk köyler, kana batmış zorunluluk haritaları, hudut boylarında yalınayak, kimsesiz çocuk alayları... Nedir bu çarkıfeleğin döndükçe kanaması, hep kanatması diyarlarımızı...
Çöller değil, uzun ve belalı bir deniz kaynıyor haritaların “Orta Doğu” denen kısmında. Kandan deniz. Kan deniz. Ali, Ayşe, Fatma, Osman, Hüseyin ile Ömer ve birbirine küsmüş tüm diğer isimlerimiz... Batmakta hep birlikte o kan deryasının en diplerine. Neden?
“Zaferdir” dedikleri, duvarları sağır asırlık Lozan’ın ayakları dibinde, yüz yıldır durmadan akan şu kan tufanında, hep izmihlal yine izmihlal. Neden?