Milletlerin ruhu olarak sanat, devasa birikim olduğu kadar, dehalara has sıçrama ve keşiflerle dolu öyle bir yolculuktur ki, biz o atmosfer içinde şekilleniriz. O ses, o söz, o ışık, o dokunuş, kimlik dediğimiz kozayı örer, kundağı sarar, yeleği giydirir... Bunu geçen yüzyılda bu şekilde konuşmak çok daha kolaydı, modernizme has sınırlar, işi kolaylaştırıyordu...
Oysa; 2000'lerde arttırdığı hızla, gündelik hayatı ele geçiren küreselleşme, sanatta çok ciddi bir tekdüzeliğe de yol açtı. Global iletişimin sınır tanımazlığı, internet ortamlarının sunduğu yazılım dilinden, ortak ve anlık trendlerle hareket eden kalabalıklara kadar, sosyolojide ciddi değişiklikler yaşadık. Anlam mercekleri kırıldı. Aslında zorunlu benzeşimler eşliğinde, ciddi bir tekelleşmeyle karşı karşıyayız, sanal alemin itaatkar toplumlarına dönüştük. Bu eşikte, sanatın, kültürel bir form olmaktan çıkarak, küresel, sansasyonel bir imgeleşmeye hapsolması, asrımızın ciddi handikaplarından...
San