Prof. Nilüfer Göle, Paris’teki son terör vahametini konuştuğu Ruşen Çakır’a iyimserliğini giderek yitirdiğini söyledi. Paris saldırısı, adeta bir dejavu etkisiyle herkesi yeniden Huntington’ın “medeniyetler çatışması” öngörüsüne savurmuşa benziyor. Nilüfer Göle’yi sosyoloji kamusunda özel kılan en önemli vasıflarından birisi, Huntington benzeri kült ve aşılmaz duvarlarla konuşmayan bir bilim insanı oluşudur. Bunu sadece bireyselliğe verdiği değer için değil, toplumsalı konuşurken bile ezber kategorilere hapsolmamış ve farklılıkları anlamaya çalışan eğilimi üzerinden de söylüyorum...
Paris saldırısını düzenleyenlerin bir medeniyeti temsil etmedikleri halde, bir medeniyete karşı olduklarını dile getiriyor Prof. Göle. Bunu Paris’teki kent yaşamına karşıtlık özelinden aktarıyor; kente hakim çok kültürlülüğe, müziğe, aşka, cumhuriyetçiliğe vurgu yaparak Paris dendiğinde zihinlerimize üşüşecek tüm ajandaları da işaret ederek... Kötümserliğe yaklaşan yorumu da tam buradan, terörün kentteki yaşamı imhayı hedeflediğinden çıkıyor.
Lakin bu saptamada beni tedirgin şey; Paris’teki terörün “yaşama biçimini hedef aldığı” söylemi. Bu bana Baba Bush’un, İkiz Kuleler faciasından sonra kullandığı; “bizim hayat tarzımıza yönelik bir saldırı” ifadesini ve akabinde dünya siyasetine hakim olan “şer ekseni” kutuplaşmasını da anımsattı...Nilüfer Göle gibi kutuplaşma karşıtı bir düşünürün yaklaştığı kötümserlik hissi üzerinde cidden düşünmeliyiz.