Sırtında taşıdığı Yiğitler Şahı, az evvel şehit edilmişti... Yelelerinden ve boynundan sızan kana, tere batmış sırtına, kılıç yaralarına aldırmadan bir yıldırım gibi Hz.Zeyneb’in yanına varmış... Darmadağın edilmiş Ehli Beyt kızlarının halen yanmakta olan çadırları arasında ağlaşan Resulullah (sav) torunlarına, kederle baktıktan sonra... Yere eğdiği boynunu mübarek süvarisi Hz.Hüseyin’in kız kardeşi Zeyneb’in avuçlarına bırakıvermişti...
Ağlıyordu Zülcenah... Kerbela, atların bile ağladığı bir kızıl gündü, boynu vurulmuştu sevda yemininin...
Bir çocuk gibi, güzel bir yoldaş, sadık bir arkadaş olarak ağlıyordu atı Hz.Hüseyin’in... Zeynep ona sımsıkı sarılarak gözlerinin içine baktığında, tüm göklerin çatlayıp dağıldığını, yeryüzünün matemle çöktüğünü görmüştü... ‘’Ahh...’’ demişti. Ahh edince Zeynep, zaman ortadan ikiye bölünmüştü elveda bıçağıyla...
Hz.Hüseyin şehit olmuştu...
***
‘’Eğer Kerbela gününde şehit olmasaydı Kurban-ı Ekber, Pir-i Kurban... Taa kıyamete kadar kimseciklerde zulme başkaldırmaya dair ne takat, ne cesaret kalırdı... Bu tavrıyla Hz.Hüseyin, bin tane başım olsa bini birden Allah’ın yüce şeriatına kurban ve feda olsun demiştir. Allah yoluna kurban edilmişlerin şahıdır o. Masumdur, Dedesi Muhammed(sav)in kokladığı cennet reyhanı, arşın iki küpesinden birisidir. Feta’dır, fedaidir, Şah-ı kurbandır, Zebihullah’dır ’’... (Dersim’de sohbet ettiğim bir sahib-i hikmetten tuttuğum notlarımdan)