Yeni bir Anayasa’nın eşiğindeyiz. Aslında 2007’den beri yani Cumhurbaşkanını halkoyu ile seçtiğimiz günden bu yana yanaşmıştık bu eşiğe toplum olarak. Halkın aracısız ve temsilcisiz olarak bizzat ve doğrudan seçtiği Cumhurbaşkanı, eski sistemdeki dolaylı seçimi ilga etmişti. Halk oyu ile seçilmiş yeni Cumhurbaşkanı, ardındaki bu gerçek katılım desteğini, gerçek ve fiili bir idareye dönüştürmüştü süreç içinde...
Tayyip Erdoğan’ı önceki cumhurbaşkanlarından farklı kılan ilk unsur kuşkusuz 2007 anayasa değişikliği ve referandumdan aldığı güçlü sonuçtu. Kendisi de oturan, sessiz, münzevi ve protokol manada gösterisellikten giden bir cumhurbaşkanı olmayacağını, hem deklare etti hem de fiili yönetsel gücüyle bunu ispat etti.
Gerçi özellikle dış politikadaki Suriye krizi, İran, Rusya ve ABD ile inişli çıkışlı ilişkiler ve iç politikadaki güvenlik ve terör sorunları, PKK ve FETÖ ile mücadele de 2007 sonrası Tayyip Erdoğan ve “sağlam irade” damgasını daha belirgin hale getiren unsurlardır... “Güçlü Cumhurbaşkanlığı” veya “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” de diyebileceğimiz bu fiili durum, son Anayasa çalışmalarıyla, evrak ve metin haline gelecek...
Dünyanın en iyi anayasasını, kötü bir yönetimle bir zulümler abidesine çevirebilirsiniz.Kötü bir anayasa metnine rağmen halkın rızasını, desteğini, refahını sağlayabilen yönetimler de olmuştur tarihte. Hatta demokrasinin kalesi dediğimiz Birleşik Krallık’ta, anayasa bile yoktur. Bunları niye yazıyorum. Biz bugün “Yeni Anayasa” derken, sadece evrak, sadece metin, sadece diksiyon tartışması yapmıyoruz... Kültürel bir çerçeveyi de tartışıyoruz, hatta Senedi-i İttifaktan bu yana (1808) siyaset ve hukuk birikimimizi konsolide ediyoruz.
Anayasacılığa has kültürümüz, yeni yetme bir kültür değildir.
“Rejim mi değişiyor, sistem mi değişiyor” sorularıyla korku ve gerilim hattına taşınacak bir toylukta ise hiç değildir. Ana muhalefet Partisinin “rejimi değiştiriyorlar, sistem geriye gidiyor” şeklindeki iddiası da somut manada bir endişeye yaslanmıyor.
CHP nerdeyse bir asırlık refleksiyle, kendi siyasal teklifini şöyle sunuyor: Ne olduğunu bir türlü ortaya koyamadığı soyut ilericilik, ne olduğunu her zaman baskı dayatma ve dışlama olarak ortaya koyduğu laiklik, hem ırkçılığa hem de bölücülüğe aynı anda göz kırpan garip bir ulusalcılık... Özellikle mahalli idarelerdeki yönetsel deneyimini yolsuzluk ve iflas üzerine pekiştirince, giderek eriyen ve çağın sorunlarına cevap veremeyen hantal, hareketsiz bir parti haline geldi...