Mülteciler meselesi, ekonomik ve siyasi bir mesele olmaktan çıkmış artık ahlaki ve insani bir mesele haline gelmiştir. Uluslararası evrakta; mülteci, sığınmacı, göçmen, vatansız gibi farklı tanımlarla ifadesini bulan insanların, giderek “yabancı” başlığında bir nefret objesine dönüştüğünü seyrediyoruz...
İlticayı, sürgünü, göçü konuşurken, buna sebep olan saiki konuşmadan geçeriz çoğu kez. Zira saik, öylesine güçlü ve acımasızdır ki çoğu kez, dünya onu durduracak takatten kesilmiş bir seyricidir ancak! Ve yapılacak çok iş vardır, sökün ederek sınır kapılarına gelip dayanmış mültecilerin bir şekilde durdurulması için... Veya en iyi ihtimalle, bir çadır, bir battaniye, bir şişe su veya dikenli tellerle örülmüş sıtma kamplarıdır konukseverliğimizin en şaşalı hali... Onları bir gece vakti sadece sırtlarındaki çantayla hiç bilmedikleri uzun bir yola çıkartmış “saik”le hesaplaşmaya ise zamanı yoktur dünyanın.
Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı GÖÇ Raporu’na göre: Bugün dünyada kaydı tutulan 60 milyon civarında mülteci var. Her gün 42 bin kişi ekleniyor bu sayıya... Sadece bu durum bile nasıl vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu ortaya koyuyor...
Suriye’de yaşanan iç savaş ise artık insanlık krizi halini almış, globalizm üzerinden yapılmakta olan evrensel hukuk ve barışa dair pozitif retorik, çökmüş durumda... Kapıya dayanan iltica dalgasına din ve yaş sınırlaması getirebilen Avrupa ülkelerinin yanısıra, Macaristan’da medyaya yansıdığı şekliyle mültecilere uygulanan açık şiddet ve nefret, Türkiye’nin kabul görmeyen insani yardım koridoru ve güvenlikli bölge teklifleri gibi konularsa, ciddi bir insanlık sınavına dönüşmüş durumda.