“Türkiye ahalisine, din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle Türk ıtlak olunur.” (1924 Anayasası, 88. Madde).
Geçtiğimiz hafta AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk Tabipleri Birliği’nin ve Türkiye Barolar Birliği’nin başındaki “Türk” ve “Türkiye” ifadelerinin kaldırılması gerektiğini söyledi. Bilindiği gibi daha önce Ziraat Bankası başta olmak üzere bazı kamu kurum ve kuruluşlarının başındaki “TC” ifadeleri ve “Türk’üm” diye başlayan “Andımız” kaldırılmış, açılım sürecinde Atatürk’ün “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözüne adeta savaş açılmış, akil insanlar, “Türk kimliği bölücüdür, ulus devlet başımıza beladır” biçiminde açıklamalar yapmıştı.
Lafı eğip bükmeye hiç gerek yok! Siyasal İslamcı iktidarın “Türk” ve “Türkiye” kavramlarından ve Atatürk’ün kurduğu Türk Ulus Devleti’nden rahatsız olduğu çok açık… Ben, Yeni Osmanlıcılık hayali çerçevesinde bu kavramları özellikle tartışmaya açtıklarını düşünüyorum. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türk Milleti” yerine “millet” veya daha çok “tek millet” vurgusunu, hatta Lozan eleştirilerini de bu çerçevede değerlendiriyorum.
Her şeyden önce siyasal İslamcıların “millet” kavramını, 18. Yüzyıl’da Fransız Devrimi’yle ortaya çıkıp dünyaya yayılan “nasyonalizm” (ulus) anlamında değil, Osmanlı’daki kullanımıyla “dini cemaat” veya “ümmet” anlamında kullandıklarını iyi bilmek gerekir. Nitekim bir zamanlar Erdoğan’ın da üyesi olduğu “Milli Türk Talebe Birliği”ndeki ve “Milli Görüş”teki “milli” kavramı, “bir inanca bir dine bağlı topluluk” anlamında kullanılmıştır. Yani “milli görüş”le kastedilen aslında “dini görüş”tür.
Osmanlı’daki kullanımıyla “millet”, kendini “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olarak gören padişahın kullardır. (Reaya/teba.) Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan “millet” ise kayıtsız şartsız egemenliğine sahip özgür ve eşit bireylerdir. (Yurttaş.)