Magazin dünyasının şu ara çok ihtiyacı vardı kaliteli ve sağlam bir tartışmaya... Ve o tartışma beklenmeyen bir yerden; magazinle pek işi gücü olmayan Fazıl Say-Ece Dağıstan çiftinden geldi. “Evliyiz ama ayrı evlerde yaşıyoruz, birbirimize sırt çantamızla gidip geliyoruz” dediler, şahane bir malzeme verdiler. Günlerdir herkes bu açıklamayı konuşuyor, yazıyor çiziyor. Kimi “Öyle evlilik mi olur, aynı çatı altında değilseniz niye evlisiniz?” diye ayar veriyor… Kimi de “Ne güzel işte, birbirlerine alan bırakıyorlar” diyor.
Ama o hinler var ya o hinler; “Hımm özgürlük derken” diye olayı hepten saptırıyorlar. Olay millete dert olunca, çift yeniden açıklama yaptı ama nafile, kimi başından anlıyor lafı, kimi başka yerinden. Akıl vermelere doyamayanlar var! Bu köşeyi okuyanlar az çok biliyordur artık, kimsenin hayatıyla ilgilenmiyorum ama böyle mevzuların öğrenmek, farklı bakış açıları geliştirmek, nerede durduğumuza bakmak ve farkındalık geliştirmek adına tartışılmasına inanıyorum. Elbette kişilerden bağımsız! Magazin olaylarına tam da buradan bakmak lazım bence… Yermek, dövmek, sövmek, başkasının hayatına karışmak için değil yani. O zaman buyrun tartışalım..
Yine bizim biricik ilişki koçumuz, aşk doktorumuz Mehmet Coşkundeniz’in alanına girdim ama girmemle çıkmam bir olacak, söz! Bu tartışma patladığından beri üzerine düşünüyorum… Çok sevdiğimde, aşık olduğumda bir an bile ayrı kalmak istemem sevdiğimden. Hele aşkın en ateşli dönemiyse! Aşk böyle bir şey çünkü. Evlendiysem, seviyorum demektir; bizi ayıran, kafamızı yoran bir durum yoksa, elbette sevdiceğimle aynı çatı altında olmayı arzu ederim.
İşin doğalı bu. Ama pandemide de gördük, sürekli içiçe olma hali ilişkileri tüketebiliyor. Şu ara evi barkı bırakıp kaçmak isteyen arkadaşım o kadar çok ki! Daha geçen gün, 10 yıllık evli arkadaşım “Çıldırmak üzereyim, sana gelmem lazım” diyerek geldi; her şeyden ne kadar çok sıkıldığını anlatmaya başladı. Çünkü kimsenin nefes alacak yeri kalmadı artık! Aynı şeyin bir de üreten, yaratan, yazan/çizen, motive olması gereken insanların başına geldiğini düşünün. Hem de sürekli olarak!
Kendine ait zamana ihtiyacın var ama yalnız kalamıyorsun! Kendi düzenin var, koruyamıyorsun. Belki bazı alışkanlıkların var, erteliyorsun. Birini sevdin diye, kendinden mi vazgeçmelisin? İşte, şanslıysan ve senin gibi düşüneni bulduysan, evleniyor ve Fazıl Say-Ece Dağıstan gibi bir yol buluyorsun kendine. Özel alanına biri girdiği için, düzenin bozulduğu için sevdiğinle gerilmek yerine, bu en iyisi değil mi?
Şöyle düşünün… Eşinle aynı evdesin. O, çok yoğun. Üretiyor, yazıyor, çiziyor, sürekli toplantıda, telefonda.. Sen de başka iş yapmak istiyorsun; dizi ya da film izlemek, arkadaşlarını evinde ağırlamak istiyorsun, bangır bangır müzik dinlemek ya da ne bileyim temizlik yapmak isteyebilirsin... Bir, üç, beş.. Nereye kadar kendi isteklerini yok sayacak, bunlardan feragat edeceksin? Bir süre sonra hır gür çıkacak, tatsızlık büyüyecek.