Günlerden salı. Semtlerden Bebek. Bebek’in de denize sıfır, en ‘in’ mekanlarından biri. Eğitimli, modern, İstanbul’un cemiyet hayatının ve kalburüstü kesiminin buluştuğu bir yer. Uzun süredir görüşmeyen arkadaşlar buluşmasındayım… Akşamüstü saatleri mekan iyice dolmaya başlıyor. Gelenlere bakıyorum; kimsede maske yok! Olanlarınki çenesinde. Sonra masaları izlemeye başlıyorum merakla.
Önce uzaktan selamlaşıyor, baybaylaşıyor gelen giden. Kısa süre sonra da, masada herkes yanak yanağa bir hale geliyor. Gece ilerledikçe; masalar arası transferler başlıyor, hatta masalar birleştiriliyor, sandalyeler yaklaştırılıyor. Sosyal mesafe falan hak getire. Bakıyorum; masaya insanlar eklendikçe, yan masayla mesafemiz de sıfırlanıyor. Bir tek garsonlar eldivenli ve maskeli.
Mekandaki tek önlem de QR kodlu menüler ve bir kağıdın içinde gelen çatal bıçaklar. Bunun dışında her şey normal. Yiyiliyor, içiliyor. Kimse sorgulamıyor, sormuyor. O an aklıma Prof. Dr. Mehmet Ceyhan’ın uyarısı geliyor. “Kafe ve restoranlarda kullandığınız bardaklara, kaşık çatala dikkat edin. Bardağınızın ağzınıza değecek yerlerini temizleyin çünkü en çok bulaş bu sebeple oluyor” demişti.
Ortam öyle bir halde ki, yapsam gülecekler! Neyse diyorsun devam ediyorsun şuursuzca. Niye yazıyorum bunları? Kendime kızdım diye. Ne gerek vardı salmaya diye! Ertesi gün vaka artış hızında azalma olmadığını okuyunca hele, içimde derin bir pişmanlık.
Demem o ki; sokakta gördüklerimize, çevremizdekilere haberlerde izlediklerimize kızıyoruz, söyleniyoruz ya; kendimize baksak önce? Daha bir ay önce insanlarla aynı ortamda olmaya ölesiye korkuyorduk, şimdi ise hiç böyle bir şey olmamış gibi yaşıyoruz. Bu da normal değil bence. Herkes kızsın kendine, yapmasın, kendine gelsin lütfen.
Maske cezası şart!