Avrupa Parlamentosu kararı, kızgınlıkla karışık bir kayıtsızlıkla karşılandı. Olayın Türkiye hakkında nasıl bir mesaj verdiği ve vahameti tam algılanmadı, umursanmadı. Kürt meselesinin barışçı çözümüne bir ömür adamış Ahmet Türk’ün tutuklanması da halkın umurunda değil, Türkiye’nin demokratik standartlar ve hukukun üstünlüğü konularında geriye gitmesi de... Bu gidişatın Türkiye’nin bekası açısından ne anlama gelebileceği hakkında toplum, fikir oluşturmasını sağlayacak verilerden yoksun. Fırat Kalkanı başladığından beri Suriye politikasına verilen destek yükselirken de; harekâtın çıkış stratejisi, siyasi hedefi, güç dengesi konularında benzer bir durumdan bahsetmek mümkün.
Geçmişte Türkiye’nin adaylığına ve müzakerelerin başlamasına coşkuyla arka çıkan siyasi akımlar dün, Avrupa Parlamentosu’nun yaralayıcı kararına destek verdi. AB Bakanı Ömer Çelik’in dediği gibi, kararın bir hukuki ağırlığının olmadığı doğru. AB ile ilişkilerde varılan bu trajik noktaya gelinmesinde sorumluluğun yalnızca Türkiye’ye ait olduğunu da söyleyemeyiz. 2005 yılında Hollanda ve Fransa’da yeni AB Anayasası hakkındaki referandumlarda “Hayır” oyu çıkmasıyla iş rayından çıkmaya başlamıştı bile. Fransa Cumhurbaşkanı François Sarkozy’nin küstah çıkışları, Alman Şansölyesi Angela Merkel’in isteksizliği işi yokuşa o zamandan sürmüştü.