Aynı anda iki farklı evrende ya da gerçeklikte yaşamak kolay bir iş sayılmaz.Türkiye bunu başarıyor! Bir yandan içeride müthiş gürültülü ve dili itibarıyla çok şiddetli bir Batı düşmanlığı var. Avrupa da Amerika da bundan payını alıyor. Sağlık Bakanı’nın IŞİD’in terör eylemi sonucunda ölenlerle ilgili “Yabancı bile olsalar nihayetinde insandırlar” mealindeki sözleri büyük bir tepki uyandırmıyor. İktidar partisinin Eyüp İlçesi’nde görevli birisinin “İsrailli iseler ölsünler” deyişi destek bulabiliyor (Öte yandan bu isim partiden ihraç edilmek üzere).
Aynı ülkede Cumhurbaşkanı “İsrail’in bize, bizim İsrail’e ihtiyacımız var” derken, iktidar partisinin bir yöneticisi “İsrail toplumu ve devleti dostumuzdur” deyiveriyor. Başbakan’ın özellikle dışarıya yönelik söylem repertuvarında Türkiye “Avrupalı bir halk, bir Avrupa milleti” olarak tanımlanıyor. AB ile ilişkilerinin mülteciler sorunu üzerinden canlandırılması için Dışişleri Bakanlığı cansiperane bir gayret gösteriyor. Nihayetinde ne ölçüde uygulanabilir olduğu pek anlaşılmayan, daha da önemlisi gerçekleşmesi kuşkulu vize serbestisi dışında Türkiye’nin çıkarlarına neden ve nasıl hizmet ettiği kolayca belli olmayan bir anlaşma için uğraşılıyor.